28 Ocak 2019 Pazartesi

4 Kutay Görgülü ile Röportaj



Merhabalar, Geveze Kalemler tur ekibi, tur boyunca inceledikleri kitap olan 60 Gün'ün yazarı Kutay Görgülü ile röportaj yaptık. O röportajı burada da paylaşmak istedim :) Hadi hep beraber tanıyalım sevgili yazarımız Kutay Görgülü kimmiş? :) 


Öncelikle Geveze Kalemler ile röportaj yapmayı kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. Röportajlarımızın ilk ve vazgeçilmez sorusu ile başlayalım size de uyar ise? Bize kendinizden biraz bahseder misiniz? Kutay Görgülü nasıl biri? Ne yapmaktan, ne yemekten, dinlemekten, nereye gitmekten ve neler okumaktan hoşlanır? Okumaktan mı yazmaktan mı daha çok hoşlanır? 

Merhaba! Asıl ben teşekkür ederim. Tüm güzel yorumlarınızla, ortaya çıkardığınız harika tasarımlarla benim için o denli değerli günler geçiyor ki emin olun yüzümde hep bir tebessümle geziyorum. Soruya gelecek olursak ise, Kutay Görgülü’nün neşeli bir insan olduğunu söyleyebilirim. 18 yaşında olduğundan da kaynaklı olarak çocuksu özelliklerini daha tam olarak kaybetmemiş, gülmekten ve çevresindeki insanları da güldürmekten keyif alan birisidir. Hayallerinde bir şeyleri yaşatmayı seven ve zihninde sürekli kurgular kuran birisidir. (Kendimden üçüncü şahıs olarak bahsetmeyi tam şu anda kesmeye karar verdim… Gollum gibi hissettiriyor.:)) Sanatın her dalına karşı yakın bir ilgi duyuyorum. Özellikle resim yapmayı, tiyatroyla ilgili işler çıkarmayı çok seviyorum. Fakat bu sene, üniversite sınavına hazırlandığımdan dolayı (lisede bir yıl hazırlık okuduğumdan bu sene hazırlanıyorum) bu ilgi alanlarıma karşı ayırdığım zaman maalesef ki oldukça azalmış durumda. Arkadaşlarımla vakit geçirmek, yeni yerler tanımak, okumak (bolca, her saniye okumak!) ve sanat filmlerini izlemek yaparken keyif aldığım diğer eylemler. Her müzik türünü dinlemeyi sevsem de klasik müziğe karşı duyduğum ilgi ve sevgi bambaşkadır. Dinlerken beni her daim bir düşün içerisine sokarlar. Gittiğimde mutlu olduğum yerler olarak da sanat galerileri, doğasıyla göz dolduran yerleşkeler ve tarihi geçmişi bulunan bölgeler diyebilirim. Okuma alanına gelirsek de, ben her şeyi okurken zevk alabilirim. Duygu yüklü, ağlatacak bir kitabı da aynı şevkle okurum aşk dolu beni okurken kendi kendime gülümsetecek  bir kitabı da. Lakin tabii ki de kendi yazdığım alan da olan polisiye türüne ayrı bir ilgi duyuyorum. Hayranı olduğum yazarların birçoğu da bu türün içerisinde kalemini konuşturan değerli insanlardandır. Okumak mı, yazmak mı sorusuna ise net bir cevap vermem mümkün olamaz. Bence bir insan çok okumadan yazamaz, birbirlerini dengeleyen eylemlerdir. Fakat yine de yazdığımdan çok okurum. Okudukça gelişmeliyim ki, büyüdükçe daha da güzel işler kaleme alabileyim… :)

Bu soruyu sormamız için azıcık bir yerlerden sıkıştırılmış olabiliriz ama yine de sormak istiyoruz. Çok özel olursa lütfen yanıtlamayın, saçlarınız… normalde Türk erkeklerinde pek alışık olmadığımız bir durum uzun saç. Oldukça bakımlı ve güzel görünüyor, bayan okurlarınıza veya takipçilerinize sırrınızı paylaşır mısınız? :)

Bu soru beni oldukça eğlendirdi. :) Tabii ki Türkiye şartları içinde biraz marjinal bir görüntüm var. Saçımı uzatmanın geçmişine değinecek olursam bir inat mevzusundan ortaya çıktığını söyleyebilirim. Benim saçlarım orta boydayken, okulumdan bir uyarı almıştım. Sonrasında da bu konuyu ciddiye bindirerek, günlerce araştırıp aslında erkeklerin saç uzatmasının yasak olmadığını öğrendim. Hakkımı savunmak amaçlı bu belgelerle birlikte, okul idaresine başvurdum ve bu inat neticesinde saçlarımı daha da uzatmaya karar verdim. Tabii ki, insan saçlarını uzattığı vakit kendi kendine uzasın gibi bir düşünce içinde olmamalı. O yüzden şampuanımı ve saç kremimi de saç tipime uygun olarak seçerim. Bunun haricinde çok fazla zamanımı saçlarıma harcamam ancak kendi haline de bırakmam. Saçlarımız da oldukça ilgiye ihtiyaç duyar diye düşünüyorum. 


Biraz özel sorulara girebiliyoruz arada kusura bakmayın amacımız sadece yazarımızı daha iyi tanımak :) kolunuzda dövme var sanırım? Kaç yaşında yaptırdınız? Bir hikayesi var mı? 

Vücudumda toplam beş dövme var. İlk dövmemi tam olarak hatırlamasam da lise bir ya da ikinci sınıfımda yaptırmıştım diye düşünüyorum. Her dövmenin kendi içerisinde bir hikayesi olsa da, üçünün yaptığım dönem ve anlam bakımından daha kuvvetli bir hikayesi var. Kulağımın bir parmak altındaki dövme, hayranı olduğum Yüzüklerin Efendisi serisindeki elf dilinde olup uğurlu sayım olan 5 anlamına gelmektedir. Bu dövmenin aynısından, bebeklikten beri arkadaşım olan çok sevdiğim bir insanda da bulunmakta. Bir tür bağlılık dövmesi gibi bir şey… Dirseğimin üstünde olan Carpe Noctem dövmesi ise Wattpad’de yazdığım ve ilk tamamladığım aynı isimli kitaba dayanıyor. İleride 60 Gün’le ilgili de bir dövme çok yapmak istiyorum. Sonuncusu kum saati ise, babamın iki sene önceki doğum günüme özel hediyesiydi. O dönemde, sevgilimden ayrılalı birkaç gün olmuştu. Onun hüznü içerisindeyken, zamanın her bünyeye en güzel ilaç olacağını düşündürten bir dövme yaptırmak istedim. 


Yazmaya nasıl başladınız? Birden ilham geldi de mi yazmaya başladınız? Birileri mi teşvik etti sizi? Yoksa bir gün durup dururken aklınıza bir kurgu gelip de ben bunu kaleme alayım mı dediniz?

Ben küçüklüğümden beri kurgularımın içinde büyüdüm. Daha altı yaşımdayken, zihnimde hayali bir evrenim vardı. Orada karakterler yaratır, onları hayali bir şekilde oynatıp o dünyayı adeta yaşardım. Büyümeye başladıkça, bu kurguları yazarak ve resmederek dışarı vurma isteği duydum. Gerçekten de on yaşlarımda başladığım yazma eylemi, benim için bir hobiden çok artık yaşam gayem haline gelmeye başlamıştı. Yazarken mutluydum, yazarken zihnimde tuttuğum o birikimi somut bir düzen içinde çevreme sunabiliyordum. O yüzden sürekli yazdım ve bunun için özellikle bir ilham beklemedim. Bence en güzel ilham, hayallerimizin bizlere sunduğu o sonsuz evrenin içerisinde saklıdır. Bu yüzden benim ilhamım sonsuz bir düzenin içerisinde her daim ilerleyecek ve ben de bunun neticesinde her zaman yazacağım. 


Hem kitabınızın arkasındaki “yetişkin içerik” ibaresinden hem de kurgusu gereğince böyle bir kurguyu yazmak zor olmadı mı? Nasıl böyle bir kurgunun bu kadar sağlam olmasını sağladınız? Yetişkin okurlar olarak şahsen havada kalan, eksik duygu anlatımı dediğimiz, olmamış bu kısım böyle olmalıydı dediğimiz tek bir sahne bile yokken gencecik yaşınıza rağmen böylesi bir kurguyu nasıl bu kadar net, emin ve güçlü bir olay döngüsü ile oturtabildiniz? 

İşin komik tarafı, yetişkin okurlar ibaresi olan bir kitabı yazarken aslında yetişkin bile olmamam. 14 yaşında yazmaya başladığım kitabımı, 17 yaşında yazmayı bitirdim. Katılıyorum ki bazı sahneler ve mesajlar bazı yaş gruplarına uygun değil. Peki ben nasıl, bir çocuk olarak yetişkinlere yönelik bir kitap yazabildim? Bunun sırlarından birinin gerçekten okuduğum kitaplarda saklı olduğuna inanıyorum. Ailem beni bu konuda asla baskılamadı. Her kitap ayrı bir değer taşıyor diyerek okuduklarıma karışmadılar. Ve ben de yaşımdan büyük tüm o tecrübeleri kitaplardan öğrendim. Bambaşka insanlar tanıdım, bambaşka deneyimleri adeta birinci gözden yaşamışım gibi hissettim. Bir insanın öğrenebilmesi için ille de gözleriyle görüp, bunu hayatının bir köşesinde yaşamış olmasına gerek yoktur aslında. İzlediğimiz bir filmle de, okuduğumuz bir kitapla da bunu sağlayabiliriz. Ben de kendimi bu şekilde geliştirerek, bolca yazarak hislerimi dile getirmeye çalıştım. Tabii ki yazma sürecim boyunca, yazdıklarım fazlasıyla değişti ve şekillendi. Sadece günlük sayfalarından, bir polisiye kitabına döndü. Dört senelik bir zaman içinde gelişen bir kitap olduğundan da kurgusunda bir açık bırakmayacak şekilde yazmaya fırsat bulabildim. Güzel yorumlarınız için de ayriyeten teşekkür etmek isterim. 18 yaşındaki bir insan olarak, yazdığım kitabın böyle naif iltifatlarla süslendirilmesi beni çok mutlu ediyor.


Ne kadar zamandır yazıyorsunuz? Hiç kendinize örnek aldığınız veya ilham aldığınız yazarlar var mı?

Yukarıda da dediğim gibi yazma serüvenim zaten küçük olan benin, daha da küçük olduğu yıllara dayanıyor. 9-10 yaşlarında yazmaya başladım ve birçok alanda da yazdım. Şiirler, denemeler, öyküler, manzum hikayeler. Bu yolda tabii ki örnek aldığım ve yazdıklarının bana ilham verdiği yazarlar oldu. Adam Fawer’ın Empati’sinde yapmış olduğu birçok karakteri karmaşa olmadan düzen içinde okuyucuya tanıtabilmesi, Dan Brown’un gizem hissiyatı, Edgar Allan Poe’nun okurken gerilmenize sebebiyet veren bir o kadar su gibi akan ama bir o kadar da nefesinizi boğazınızda düğümleyen kalemi bana ilham veren noktalardandır. 


Türk yazarlara sorduğumuz klasik bir soru oldu bu bizim için artık. Halk arasında “isimler karakteri yansıtır” inancı vardır. Siz de buna inanarak mı karakterlerinize isim veriyorsunuz yoksa kulağa geliş şeklinin tatmin edici olması yeterli mi? Ya da tamamen çevrenizdeki, aileniz, arkadaşlarınız, akrabalarınızdaki isimleri mi kullanmayı tercih ediyorsunuz?

Kitaptaki hiçbir isim öylesine bir ad değil. Aynı şekilde soyadları da öyle. Hepsi yaşamımda yer eden insanlara ait. Mesela Sezgi ismi, Seden ve Ezgi adlarındaki iki arkadaşımın isimlerini birleştirmemle ortaya çıktı. Kitapta babamın da ismi bulunuyor, abimin de, kuzenimin de. Bu şekilde yazdığım vakit, yarattığım kurgunun içinde yalnız hissetmiyordum. Sanki ben bilgisayarda bu kelimeleri sayfalara geçirirken onlar ekranın ötesinde beni izleyip destek veriyorlardı. Bu duygusal destek ile de yazdıklarımı daha inançlı ve istekli bir şekilde kaleme aldım. 


Kitabınızda kendi isminizin geçtiğini fark ettik. Açıkçası neden böyle bir şey yaptığınızı merak ediyoruz? Karaktere uygun isim mi bulamadınız yoksa kendi adınızı eserinizde yaşatmak mı istediniz? Yoksa daha başka bir şey mi geçiyordu aklınızdan?

!Spoiler Alarmı! Kitapta Kutay karakterinin ötesinde aslında Baha ismi de benim adım. Resmiyette kimliğimde yazmasa da, ailem benim haftalarca ismimin Baha olmasını tasarlayıp ardından Kutay koymuşlar. Instagram kullanıcı adım da uzun bir süre KutayBaha’ydı. Bu karakterler arasındaki bağı da bildiğinizden aslında kitapta kendimi yaşatmaktan çok, kendi içimdeki bu bağlam ve ayrımı kitaba yansıtmak istedim. Kutay kitabın en kötü kalpli karakteriyken, Baha da bir o kadar iyi bir insan aslında. Ve bu iki zıt yönü, bir insanın üzerinden kitapla paralel şekilde ortaya koymak istedim.


60 Gün’ün kurgusu nasıl oluştu? Çok değişik ve iddialı bir konusu var ve ciddi anlamda başarıyla altından kalkmışsınız dolayısıyla bu kurgunun nasıl ortaya çıktığını merak ediyoruz.

60 Gün’ün kurgusundaki en önemli isimlerden biri de babam. Kitabı Wattpad’de yazıyordum ve bir anda büyük kitlelere ulaşarak, insanların ilgisini çeken bir hale gelmişti. Biz de babamla sohbet ederken, birlikte düşündük. Bu kurguyu daha ne kadar çeşitli ve okunası hale getirebiliriz? Ardından aklımıza, polisiye bir romana dönüşmesi fikri geldi. Bundan sonra da kurgu bir anda yön değiştirerek, bu defteri cinayetlere bağlayarak şifrelerle süsledim. O sayfalardan sonra günlük de kurgusal bir biçimde yön değiştirerek asıl konuya uymaya başladı. Yani bir anda, aklıma geldi yaptım kurgusundan çok 60 Gün zaman içinde oturan ve dallanarak gelişen bir kitap oldu. 


Neden bu türde yazmayı hedeflediniz? Yazarken kitap olacağını düşünüyor muydunuz yoksa tamamen doğaçlama gelişen bir olay mı oldu kitaplaşması?

İlk yazarken hiçbir şekilde kitap olma düşüncesi aklımda yoktu. Doğrusunu söylemem gerekirse ben insanların ilgi duyup, okuyacağını da düşünmüyordum. O sırada, yazdığım platformda neredeyse aşk kitaplarından başka konuya sahip kitap yoktu. Kitle bunu istiyordu ve ben de aykırı bir türde yazarak okunma alacağımı düşünmemiştim. Ama yine de yazmak istediğim şeyleri yazdım. Okunur mu, insanlar sever mi diye düşünmekten çok kendim mutlu olduğum alanda ilerledim. Anladım ki, siz yazdığınız şeyi sevdiğiniz takdirde gün geliyor, insanlar da bu tutkunuza değer verir hale geliyor. Tabii, bu büyük ilginin ardından aklımda ‘Neden kitap olmasın ki?’ sorusu döner hale gelmişti. Yazdığın kelimeleri, somut bir hale gelmiş şekilde elinde tutabilmek bambaşka bir his. Benim için bir hayaldi ve bu güzel hayalimi, yayınevimin de desteğiyle bu genç yaşımda gerçekleştirebildim. Bu gurur, bu mutluluk kelimelerle anlatamayacağım kadar insanı saran bir hissiyat dizilimi. 


Kitabı yazarken hiç psikolojik destek aldınız mı ya da bir psikolog ile görüşme yaptınız mı?  Birden bu soru nereden çıktı diyebilirsiniz, biz kitabı okurken zaman zaman bu kurguyu oluşturan kişi psikolojik olarak normal olamaz modundaydık çünkü baya psikolojik olarak okuru geren kısımlar vardı özellikle defter sayfalarında dolayısıyla tedirgin edici bir durum. 

Ben küçüklüğümden beri Psikoloji okumak ve ileride de psikolog olmak isteyen biriyim. Hatta çocukken, sınıfımızın en köşesine geçip perdeyi bir tür duvar yaparak arkadaşlarıma küçük terapiler yaptığım oluyordu. Empati duygumun gelişmiş olduğuna, dünyayı başka bir insanın gözünden görebilme yetisine sahip olduğuma inanıyorum. Bu sayede, ilgi duyduğum psikoloji alanını da içinde bulundurarak benimle hiçbir benzerliği olmayan Asır karakterini yaşatabildim. Kitabı yazarken, ben yazar olan Kutay değildim. Asır’ı yaşıyordum, bir insan neden ölmek ister diye düşünüyor o ruh halinin her katmanını benliğime kazıyarak o zihnin içinde adımlıyordum. Eğer bir gün beni bir kitap yazarken yakalarsanız, o an kendim değil de kitap karakterim gibi davrandığımı da fark edebilirsiniz. :)


Kitabın defter kısımları şifrelerle doluydu. Başı boş harfler ve sayılar… bu tür bir denklem kurman ve şifrelemen… bilemiyorum çok kafa patlatıcı geliyor. Bunu yapmak nasıldı? Bir yerlere not aldın mı yoksa hepsi aklında bir yerlerde miydi? Böyle bir şifreleme cidden beklenti ötesindeydi. 

Defterdeki şifrelerin gelişiminin kaynağı, eski okuyucularıma dayanıyor. Onlar gerçekten böyle şifrelere, bulmacalara çok ilgi duyan insanlardı. Her kelimem de bir sır arar, bunlar hakkında teoriler üreterek bana yazarlardı. Onların şifre çözmekten aldıkları keyfi düşününce ben de daha fazlasını koymak istedim. Aynı şekilde ben de böyle gizemler, şifreler, denklemler yaratmaktan çok zevk alıyordum. Not almama pek gerek kalmıyordu, şifrelerin düzeni zaten zihnimde yer alıyordu. Onları sadece deftere geçirmem yeterliydi. Ve bu bulmacalar gerçekten de keskin noktalara değinebiliyordu. Hatta kitaptaki bazı şifreler o denli önemli konumda ki hem kitabın sonunu açıklıyor hem de kitabın kurgusundan da fazlasını verdiği oluyor. Eminim ki, bu alana ilgi duyan okuyucular vardır ve umuyorum ki şifreleri çözmeye çalışırken çok keyif alırlar. 


60 Gün’ün kitap olma sürecini anlatır mısınız? Kitabın kapak tasarımından iç tasarımına kadar her şey oldukça mükemmel ve inanılmaz cazibeli görünüyor. Bu tür bir tasarıma ulaşmak için nasıl yollar izlediniz? 

Çok teşekkür ederim! Beğenmenize çok sevindim. Kapak ve edisyon işlemleri sırasında, güzeller güzeli editörüm her daim benimle iletişim halindeydi. Benim mutsuz olacağım bir şey ortaya çıkmasın diye çok uğraş verildi. Hatta kapak konusunda, tamamen benim isteklerim ve düşüncelerim baz alındı. Karga motifinin ön plana çıkmasını istiyordum. Bazı örnek görseller üzerinden ilerleyerek kapağı bu son haline getirdik. Ve birçok alternatif arasından ben bu kapağın 60 Gün’e en uyduğunu düşündüm. Biraz riskli bir iş olsa da, şu an genel bir beğeni almasından dolayı seçimimin doğru olduğunu düşünüyorum. İç tasarım konusunda da, kesinlikle editörüm Ayşenur Nazlı, canım ablam harika işler yarattı. Onun da kitaba karşı duyduğu ilgi ve sevgi sayesinde, kitabın içi de dışı da gerçekten göz dolduran cinsten oldu. Bu konuda ona sonsuz teşekkür etmek istiyorum… 


Kitabınız ilk olarak İstanbul Tüyap’a sınırlı sayıda basım yapılıp sonrasında dağıtımı yapıldı yanılmıyorsam. İmza gününüz nasıldı? Okurlarınız, takipçileriniz kitabınızı nasıl buldu? 

İlk imza günüm, benim için hem çok mükemmel hem de çok korkunç geçti. Neredeyse sülalemin yarısı oradaydı. Gerçekten ailem, bu hayatta sahip olduğum en güzel şey ve beni hiçbir an yalnız bırakmadılar. Eskiden kitabımı okumuş olan da birçok kişi geldi, tanıştık, konuştuk ancak ben gerginlikten az kalsın ölecektim. O kadar heyecanlı, o kadar stresliydim ki yazdığım ilk imzalar ve notlar doktor yazısına benziyordu. Ve kendi eski okurlarım dışında (ki kitabın çıkışından önce dört yıl boyunca Wattpad’de yazmadığımı göz önüne alırsak onların sayısı da sınırlıydı) beni tanıyan kimse yoktu. Hatta birkaç kişinin, bu çocuk neden standın içinde oturuyor diye düşünüp durduğuna eminim! Fakat Elçin’in (Eşsiz’in yazarı (harika bir kitap, harika bir yazar)) de gelmesiyle, benim de heyecanımı yenmemle daha keyifli bir hale geldi. Daha az kendimi kastım ve olayı akışına bırakmaya çalıştım. Ama çok heyecanlıydım, çok! Elim ayağım titriyordu…


Kitabınızı ilk elinize aldığınızdaki hisleriniz nelerdi? Aileniz kitap olarak okudular mı 60 Gün’ü? 

Annem ve babam okudu. Hatta babam kitabım çıkmadan önce okumuştu. Bana bu konuda desteklerini anlat anlat bitiremem zaten. Diğer akrabalarımdan birçoğu da kitaba başlamış durumdalar. Beni ne denli mutlu ettiklerinin bence kendileri de tam farkında değiller. :) Kitabımı ilk elime aldığımda ise ben hala olayın tam farkına varamamıştım. Çünkü benim kitapla ilk buluşmam, İstanbul Tüyap’ta olmuştu. Daha tam olarak bir yazar olduğumun bilincinde değilken, bir de üstüne imza verecektim! Yaşadığım heyecanı bence şimdi daha iyi anlıyorsunuzdur…


Bir yazar olarak, severek takip ettiğiniz ve okumaktan keyif aldığınız yerli – yabancı yazarlar var mı? İleri de ben de bu yazar gibi başarılı olmak istiyorum dediğiniz bir yazar var mı? 

Açıkça söylemek gerekirse, tam olarak bu yazar gibi olmak istiyorum diyebileceğim biri yok ve olacağını da düşünmüyorum. Bunu ego gibi algılayacak okuyucular belki olur ama anlatmak istediğim bambaşka bir şey. Ben büyük bir yazarın Türkiye şubesi olmaktansa, kendim olmak istiyorum. Bu hem yazmaya çalıştığım şeylerin daha karakteristik bir yapıda olmasından kaynaklı hem de bu farklılığı ileride de sürdürmek istediğimle alakalı. Benim kitabım tam olarak bir Polisiye değil, içinde birçok alanı da bulunduran duygularla ve psikolojik atıflarla dolu bir kitap. Ve diğer kitaplarımda da bu çeşitliliğimi sürdürmek istiyorum. Fakat tabii ki, başarısı gözleri dolduran birçok yazar var. Harika kalemler, ilham verici insanlar. İleride sizin de hitap ettiğiniz gibi küçük bir Stephen King başarısı yakalasam kötü mü olur? :D Okuduğum kitapları düşündüğüm vakit pek çok yazar takip ediyorum. Lakin alanımın içinde sınırlamam gerekirse, Agatha Christie’nin kitaplarının neredeyse tamamına yakınını okumuşumdur. Resmen bu zeka fışkıran kadın, şu anki polisiyenin temellerini atmış zamanında. Şimdi klişe olarak bahsettiğimiz o efsanevi sonların mucidi işte bu harika insan! Bir klişeyi ilk kaleme almak o denli büyük bir başarı ki, Agatha Christie’ye bu yönden bile sonsuz saygı duymaktayım. Onun haricinde, gotik edebiyatına değinirsem H.P. Lovecraft ve Edgar Allan Poe da kalemiyle beni çokça etkilemiş eşsiz eserler dünyaya sunmuş harika yazarlardır. Betimlemelerinin çok büyük hayranı olmasam da, konusal çeşitliliğine çokça saygı duyduğum Stephen King’in kitaplarını da takip ederim. Türk bir yazar olarak da Ahmet Ümit’in kitaplarını okumaktan zevk alırım. 


Her yazarın farklı tercihlerde yazma ortamı sevdiğini keşfettik röportajlarımızda ve si nasıl yerlerde yazmayı seviyorsunuz? Bazıları ıssız sessiz sedasız yerlerde yazmaktan hoşlanırken bazıları müzik dinlerken yazıyorlarmış… yazmak için nasıl bir yer tercih edersiniz?

Ben tüm kitabımı, sarı başlıklı tatlı küçük yatağımda yazdım. Çok büyük bir ortam takıntım yoktur. Ben zaten kitabımı yazmaya başladığımda, yazdığım kurgunun bir parçasına dönüştüğümde gözüm başka hiçbir şeyi görmez. Yani beni en izbe, en kötü görünüşlü yere de koysanız ben yazdığım dünyanın içinde olacağımdan benim için bir sıkıntı yoktur. Müzik ise, gerçekten yazarken o olayları birebir yaşamak için oldukça önemli bir etken. Ben de müziğin o ulu kollarının arasına kendimi bırakır böylelikle daha bir şevkle yazarım. Tabii ki, yazdığımız türe ve bölüme konu alaka olarak uyacak şarkılar seçmeliyiz…


Bir okur, neden 60 Gün’ü okumalı, kitapta neler bulabilir, neleri sevebilir ya da neleri eleştirebilir sizce? Kitabın yazarı değil de sıradan bir okuru olsaydınız nasıl bir yorum getirirdiniz kendi kitabınıza? 

Kitabı bir okur olarak okusaydım, kesinlikle herkesin dilinde olan o soruyu sorardım. ‘Yazar bu kitabı yazacak ne yaşamış?’ İşin trajikomik tarafı ise yazarın gerçekten de böyle şeyler yazacak hiçbir şey yaşamaması… :) 60 Gün kendi kurgusu ve kurgusunun da içinde başka bir kurgu barındırması sayfalarında sürüp giden bir örüntünün sonucu aslında.  Düşüncelerime göre, kitabı okuyan biri bence birçok açıdan tatmin olacaktır. Çünkü değinmeye çalıştığım birçok konu var. Sadece bir polisiye değil. Ben kitabı yazarken, okuyucum ile iletişime geçmeye çalıştım. Onunla bir bağ kurmak, hayatına küçük de olsa bir katkıda bulunmak istedim. Bir yazarın en büyük dileği de bu olmamalı mıdır zaten? Okuyucusuna bir şekilde ulaşabilmek… O yüzden eğer 60 Gün’ü alıp, okuyacak yeni güzel insanlar bu yazıyı okuyorsa kitabı okuyup bir köşeye atmayın lütfen. Sizinle konuştuğumu, aramızda bir bağ olduğunu hissedin. Kitaptaki tüm gerilimin, gizemin ve cinayetlerin ardındaki en büyük gayem budur. Bir okuyucunun kitap ile ilgili eleştirisine değinecek olursam da, bence bu !küçük bir spoiler olabilir! sonuyla alakalı olabilir. Ben de yazdığım sondan pek tatmin olmamış biri olarak bu eleştiriyi seve seve kabul ediyorum! :)


Bir yazar olarak değil de bir okur olarak birine kitap tavsiye etmek istesen hangi yazarın kitabını tavsiye edersin?

Macar yazar, Agota Kristof’un (hayır Agatha Christie’yle bir bağlantısı yoktur :)) Büyük Defter; Kanıt; Üçüncü Yalan derlemesini önerebilirim. Okurken çoğu duyguyu bir arada hissettirecek eşsiz bir roman.


Üzerinde çalıştığınız yeni bir kurgu var mı? O da yine 60 Gün tarzı mı olacak yoksa bambaşka bir tür de mi olur? 

Üzerinde çalıştığım birçok kurgu var şu anda. Her ne kadar sınava hazırlansam da bu yazma tutkumdan kopamıyorum. Hala bir şeyler yazıyorum. Şu an üç kurgunun arasında kalmış durumdayım. Fakat ikinci kitabımın 60 Gün’e benzeyeceğinin garantisini pek veremiyorum. Ben çeşitli alanlarda yazmayı seven bir insan olarak her türü denemek istiyorum. Tabii ki ne kadar çeşitlilik içinde yazsam bile, 60 Gün tınısı kitaplarımdan asla geçmeyecek o tanıdık koku olarak kalacaktır. Çünkü bu benim yazım şeklim olduğumdan, her kitabımda etkisini sürdürecek. :) 


Son sorum. :) Bir yazar olarak, yeni yazar adaylarına, yeni yeni yazmaya başlayanlara ve acemi yazarlarımıza hitaben neler söylemek istersiniz? Onlara nasıl bir nasihat verip yol göstermek istersiniz?

Öncelikle, yazmak ve yazarlığın bir hedef veya para kazanma yolu olarak görülmemesi gerektiğini düşünüyorum. Yazmak ciddi anlamda bir hayat stilidir. Bu sizin için bir tutku olmalıdır, severek yapmanız gereken bir işe dönüşmelidir. Sürekli bir gelişim halinde olarak, okuyarak yepyeni dünyalarla tanışmanız gereken bir alandır. Daha tam olarak kendime yazar sıfatını yakıştırmam mesela. Çünkü daha 18 yaşındayım, önümde upuzun bir yol var. Yazarlık çok kutsal bir sıfattır. O yüzden ileride kitaplarını çıkartmak isteyen dostlarıma diyebileceğim yegane şey bu sıfatın ne denli önemli olduğunu kavramaları gerektiğidir. Bu sizin dünyaya bıraktığınız imzanız, geride kalan anılarınız olacak. Sizden kalanların, anılma biçiminizin en güzel şekilde olmasını istersiniz değil mi? Siz de öyleyse bu gaye ile yazın. Sevdiğiniz şekilde yazın. Olmak istediğiniz kişi değil, olduğunuz kişi olarak yazın. Siz farklılıklarınızla güzelsiniz ve yazdıklarınız da bu farklılıklarınızın ışıltılı tohumları olarak dünyaya saçılsın! Sevin, öğrenin, deneyimleyin ve asla pes etmeyin… Bu güzel röportaj için tüm ekibinize, okudukları için de tüm kitapseverlere sonsuz teşekkürlerimi borçluyum! Yazar olmaya çabalayan bu genç dostunuza şans tanıdığınız için. :)




4 yorum :

  1. Böyle roportajlar ufkumu açıyor
    Kalemine sağlık editör

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Daha fazla röportajı sizlerle buluşturmayı amaçlıyoruz :)

      Sil
  2. heey saol yaaa kutaybaha yı tanımıyodum aklımda olsun :) sendeki kitaplar iyi valla duymadığım bir dolu kitap çıkıyor hep. durmadan okusam da hepsini duyamıyo insan demek kiii :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Gözden kaçanlar mutlaka oluyor, zaman zaman bende birçok bloggerın sayfasına aynısını diyorum :) yayıncıların hızına yetişemiyoruz :)

      Sil

Kitap ya da yazı hakkındaki görüşünüzü bizimle paylaşın