20 Nisan 2020 Pazartesi

0 Melanie Dobson - Dilek Ağacnın Gölgesinde



~~~*~~~
"Hayatlarımız, sizin yapmayı sevdiğiniz yapbozlar gibidir. Bütün parçalar ortadadır fakat içi tamamlamadan önce dış kenarlarını yapmamız gerekir."
~~~*~~~


Arkadya Kitap'ın historical fiction türü kitaplarını seviyorum. Her ne kadar kitaplarda farklı dünyalara gidip de dünyanın acımasızlığında kaçmayı sevsek de bazen o acımasızlığı okumak da çok güzel gidiyor. Her ne kadar kurgu olsa da altında gerçekler olduğunu ve zamanında bu hayatların yaşandığını biliyoruz. Bu da sanırım bu tür kitapları göz bebeğimiz yapıyor ve okurken yüreğimizi burkuyor. 

İşte öyle kitaplardan biriydi Dilek Ağacının Gölgesinde. 

Kitap su gibi akıyor, merak uyandırıyor ve daha da önemlisi iki küçük çocuğun hayatta kalma savaşında nasıl da başarılı olup olmayacaklarının merakıyla kitabı okuyoruz. Bir şekilde bu tür kurgular hep günümüzdeki karakterlerle bağlantı kuruluyor ve bu kitapta da kiminle kuracağını, nasıl bir bağlantısı olacağının merakını son sayfalara kadar heyecanla okumamıza neden oluyor. Bu yüzden de sanırım Arkadya'nın kitaplarını ayrı bir seviyorum. 


~~~*~~~
Birinin çöpü başka birinin hazinesidir.
~~~*~~~

Kitabın kısaca konusuna değinmen gerekirse; Quenby, İkinci Dünya Savaşı sırasında vatan hainliği yapan Leydi Ricker hakkında bir yazı yazmak için araştırma yaparken bir telefon alır ve bu telefon Daniel Knight'ın avukatı Lucas'tandır. Daniel'in İkinci Dünya Savaşı'nda aileleri Naziler tarafından tutuklandığında veya öldürüldüğünde birlikte kaçtığı ve sonrasında izini kaybettiği arkadaşını bulması için Quenby'den yardım istemektedir. Quenby, dedektiflerin bile izini bulamadığı bir kişinin kendisinin bulup bulamayacağından emin değilken Leydi Ricker ile bir şekilde bağlantısının olması sonucunda bu işi kabul edip de Daniel'in kaybettiği arkadaşı Brigitte'i aramaya başlamıştır. Bütün bu arama yolculuğunda Lucas'ta ona yardımcı olacaktır. Bir yanda İkinci Dünya Savaşı sırasında yaşananları okurken bir yandan da Lucas ve Quenby'nin arayışlarını okuyoruz. Gizlenen gerçekler su yüzüne çıkarken aslında saklanan hiçbir gerçeğin gizli kalmadığını da okumuş oluyoruz. 

Brigitte'in arkadaşı Daniel ile savaştan kaçması, hayatta kalma çabaları ve sonunda kurtulduklarını düşündükleri noktada birbirlerinden ayrılmak zorunda kalmaları ve yetmiş yıl boyunca da bir türlü kendilerini bulamamaları ama her şeye rağmen pes etmemeleri çok güzeldi. O satılar cidden yürek burkan cinstendi. 

Quenby'nin en profesyonel dedektiflerden bile daha iyi çıkıp da araştırmalarında yol alması bravo kızıma dedirtti. Azmi, mantığı, araştırmaları çok güzeldi.

Lucas'ın da bütün bu süre boyunca Quenby'nin yanında olması da çok tatlıydı. 

Tabi böyle kitaplarda hafiften aşkı da okumak çok güzel gidiyor bütün o heyecanın arasında. Bu kitapta da Quenby ile Lucas arasında gelişen arkadaşlığın aşka dönüşmesi çok tatlıydı. 


~~~*~~~
Lucas yanına oturmaya hazırlanıyordu ama onu durdurdu. "Kişisel alanımı severim ben Lucas."
Lucas gülümsedi. "Ben de senin kişisel alanını sever oldum."
~~~*~~~

Kitabın sonu tahmin ettiğim gibi değildi. Brigitte'in  yaşadığı hayat, kurduğu hayat çok güzeldi. Sonunda Daniel ile buluşmaları da çok güzel oldu. 

Evet yürek burkan bir hikayeydi ama yine de muhteşem bir hikayeydi. Çok seviyorum böyle kitapları ve kitaplığımın gözlerinden biri oldu. 

Böyle kitaplara dair çok uzun yorumlar yapılamıyor ne yazık ki bu yüzden kısa kesiyorum yorumumu. Ben çok sevdim ve sizlere de tavsiye ederim. 





Kitabın adı      : Dilek Ağacının Gölgesinde
Orijinal adı     : Catching the Wind
Yazarı              : Melanie Dobson
Çevirmen        : Filiz Çakır
Yayınevi           : Arkadya Kitap
Sayfa sayısı      : 432

Kitabın tanıtım yazısı: 

Ayrılığın yüreklerde yaktığı ateş ne zaman söner? Hasretin dikenli bir tel gibi sardığı kalbin acısı ne zaman diner? Peki, ya ne olursa olsun söz vermişsek bir kez kavuşmaya, ne kadar ileri gidebiliriz verdiğimiz söz uğruna? 

Bu sorular, Naziler ailelerini tutukladıktan hemen sonra arkadaşı Brigitte ile birlikte güçlükle kaçmayı başardıkları o günden beri Daniel Knight’ın peşini bırakmamıştır.

İki çocuk olarak başladıkları, Almanya’dan İngiltere’ye uzanan o zorlu umut yolculuklarında bir yerlerde Daniel, Brigitte’ten, hayatta ona kalan tek şeyden vazgeçmek zorunda kalır. Ancak gitmeden ona bir söz verir. Aradan yıllar geçse, zaman saçlarına aklar, yüzüne kırışıklar düşürse bile ardından gideceği bir söz: Ne olursa olsun dönecek ve Brigitte’i bulacaktır.

Öte yandan aradan geçen yetmiş küsur yıla rağmen Daniel sözünü tutmayı başaramaz. Son umudu, İkinci Dünya Savaşı’ndaki casusluk vakalarına ve kaybolan çocuklara özel bir ilgisi olan gazeteci Quenby Vaughn’dur. Bu genç kadının, kendi geçmişinde gizli acılarından ve başarılı avukat Lucas Hough ile yapacağı ittifaktan güç alarak yıllardır çözülemeyen bu düğümü çözeceğine emindir. Peki, akıl almaz fedakârlıklarla, yalanlarla ve acıyla dolu geçmişi deşmenin bedeli ne olacaktır?

Dilek Ağacının Gölgesinde, aşkın, inancın ve kimi zaman unutsak da aslında kalbimizin derinliklerinde hep var olan o gücün, savaşa ve yıkıma bile meydan okuyabileceğini gösteren, büyüleyici bir kitap.




Hiç yorum yok :

Yorum Gönder

Kitap ya da yazı hakkındaki görüşünüzü bizimle paylaşın