Kitabın yorumu için tıklayınız!
"Bunu daha önce de gördün, değil mi?" dedim ve başımı çevirip ona baktım.
Ciddiyetle başını salladı, parmaklarının izleri takip edişini izleyebilmem için beni çevirdi. Şimdiden, bir şekilde iyileşmiş ve eski yaralara dönüşmüşlerdi. Derimde artık yeni kesikler yerine yara izleri vardı. Ne kadar nazik davranmaya çalışsa da yaralar sanki tazeymiş ve dokunulduğunda hassaslaşıyormuş gibi içimde hala acı hissediyordum.
"Buna şeytanın gözü deniyor," diye açıkladı, ses tonu ciddiydi. "Onun, seni daha yakından izlemesini sağlıyor."
Yutkundum, bakışlarımı sert kesik izlerinden ayırırken omzumun üzerinden bir kez daha ona baktım. "Pekala, kurtul ondan!"
Güldü ama sesinde mizahtan eser yoktu. "Bir Aracı, Şeytan'ın yaptıklarını geri alamaz," diye açıklarken çenemi kavradı ve beni kendisine doğru çevirdi. "Ama belki de sen, Şeytan'ın senden tam olarak ne istediğini açıklayabilirsin, Küçük Cadı."
Ağırlığımı diğer ayağıma verdim, kendimi rahatsız hissediyordum. "Teşekkür ederim. Beni almaya geldiğin için. Onu uzaklaştırdığın..." Düşüncemin sonunu getiremeyerek sözümü yarıda kestim. Gray yetişememiş olsaydı neler yapabileceğini düşünmek korkunçtu.
Bakışlarını üzerime dikerek, "Senin için her zaman geleceğim, Küçük Cadı," dedi.
"Birden fazla kişi seni öldüresiye dövdü ve sen de karşılık vermedin mi?" diye sordu. Vücudundaki ani hareketsizlik, kan sarhoşluğumun kalıntılarını kovmaya yetmişti.
"Her kavga savaşmaya değmez," diye fısıldadım. Suyun altında dururken parmaklarımı saçlarımda gezdiriyordum.
"Öldürülebilirdin," dediğinde yüzü farkındalıkla buruşmuştu.
Arkamı döndüm, en karanlık yanımı açıkça göstermeye hazırlanırken fayanslarla kaplı duşa baktım. Bu hesaplanmış bir seçimdi, bir stratejiydi. Gözlerimi sıkıca kapattım.
Yine de bu, söylediklerimi daha az doğru kılmıyordu.
"Peki ya ölseydim? Ne fark ederdi ki?" Gözlerimi yavaşça açtım. Gözlerinde fırtınalar kopuyordu, ona dudaklarımı bükerek karşılık verirken aramızda bir sessizlik oluştu. "Bunu umursayacak tek kişi-"
Gray aramızdaki mesafeyi kapatarak duşa girdi ve beni duvara yasladı. Akan su siyah saçlarını tenine yapıştırırken gözleri öfkeyle parlıyordu.
"Ben. Umursardım."
Kalbim göğsümde güm güm atıyordu. Sözlerindeki inanç fazla ikna ediciydi, neredeyse beni inandırmaya yetecekti. Keşke mümkün olsaydı.
"Gray," diye mırıldandım. Çenemi kavrayıp başımı tekrar onunkilere çevirdiğinde, başımı iki yana salladım.
Parmakları boynumun kenarını sıyırdı, eliyle çenemi kavrayana kadar yukarı kaydı. "Savaşırsın. Hem de her gün, her an. Çünkü sen busun," diye fısıldayıp alnını benimkine yasladı.
"Savaşmaktan yorulduğumda ne olacak?" Gözyaşlarım beni akmakla tehdit ediyordu. O fark etmeden önce suyun onları yıkayıp götürmesini diledim.
"O zaman bunu senin için yapmama izin verirsin."
"Beni bedenime koy," dedi. kelimeleri hem bir emir hem de vücuduna bakarken bir ricaydı.
Elimi geri çektim. "Aklını mı kaçırdın sen? Hayır!" diye bağırdığımda elimi göğsüne bastırdı. Kemiklerimin birbirine çarpmasına yetecek kadar irkildim.
"Bugün, şimdiden bir düzineden fazla kişi öldü," dedi ve elini uzatarak neredeyse boş olan Mahkeme odasını işaret etti. Cadıların cesetleri hala yerdeydi ama babamdan, Üst Meclis'ten ya da Charlotte'tan hiçbir iz yoktu. "Sana söyleneni yapmanı sağlamak için buna kaç tane daha ekleyeceğimi düşünüyorsun?"
Bu isim yanlış gelse bile, "Lütfen Gray," diye mırıldandım. Sanki hala kendime yalan söylüyormuş gibi hissediyordum.
Bu, onun adı değildi.
Nazik bir sesle, "Seni bu bedende sevemem," dedi. Elimi avucunun içine alıp, diğer bedeninin göğsünün üzerine koydu. Gerçek bedeninin. "Ama kendi bedelimle sevebilirim. Seni hak ettiğin gibi sevmeme izin ver, Küçük Cadı."
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder
Kitap ya da yazı hakkındaki görüşünüzü bizimle paylaşın