Ara vermeden Coven of Bones Serisi'nin ikinci kitabına başladım. Şunu söylemeliyim ki genelde serilerde ilk kitaplar giriş kitabı olduğu için daha ortalama sonrasındakiler daha iyi olur ama bu seride bir terslik var. Zaten kurgu olarak da bir terslik var tam seriye de yansımız. Kurgu olarak tersliğe yorumumda değineceğim.
İlk kitabı bundan daha çok sevdim, aslında ilk kitabın bitiş şeklinden bu kitaba dair beklentim daha farklıydı ama yanıldım. Daha fazla kaos, kabullenmeme, isyan beklerdim ama bu yoktu kitapta. Açıkçası bu kısımda azıcık hayal kırıklığına uğramış olabilirim.
Bunun yanı sıra, aşk detaylarında, ihanet ve cadı&iblis ilişkilerinde, büyü detaylarında kurgu güzeldi.
Kitabın kısaca konusuna değinmek gerekirse; Willow, Gray'i kendi bedenine koyarak, aslında Şeytan'ı yani Lucifer'ı Cehennem'den dünyamıza getirmiştir. Sadece onu değil onunla birlikte diğer baş iblisleri de getirmiştir. Zaten o mührü kırabilecek güç bir tek Willow'un içerisinde yer aldığından dolayı da onları geriye bir tek kendisinin gönderebileceğini zannetmektedir. Buna karşılık, Gray, kendi bedenine kavuşup da hissetmeye başladığı noktada Willow'a dair hissettiği bütün duyguları ve kalbi içindeki aşkı kabullenerek onu yanında, eşi, karısı ve yeniden kuracakları Cadılar Meclisi'nin üyesi olarak görmek için çaba harcamayı hedeflemektedir. Her ne kadar bütün bunlarla, hem Gray hem de Cadılar Meclisi ile baş etme çabasına girse de Willow içten içe duygularını ve içindeki aşkı inkar ederek Gray'ı ve diğer baş iblisleri geldikleri yere geri göndermeyi hedefler ve bunun için çaba harcar. Sadece bununla da kalmaz, eski yozlaşmış cadıların yaptığı hataları düzeltmeye de başlar. Ancak, Willow yine bir oyununun içine düşer, bu sefer güvendiği arkadaşı Iban'ın manipülasyonları sonucunda Gray'e karşı cephe alır ve onu öldürmek için harekete geçer. Ancak hesaba katmadığı şey, Gray'i öldürmek için tek bir zayıf noktasını hedef almaları gerekmektedir. Gray'in ise hiçbir zayıf noktası bulunmamaktadır. Sadece tek bir zayıflığı vardır o da aşkı... Willow... Tekrardan bir oyuna kurban gittiğinin farkına varan Willow, ya ipleri eline alıp aşkını, Gray'in yanında yer alıp yeni bir düzen kuracaklar ya da Gray'in karşısında olup başardıkları her şeye rağmen onu öldürmek için gereken yolları deneyecektir.
Öncelikle ilk kitapta Gray'in kendi bedeninde gözlerini açması, onun şeytanın ta kendisi olması, Willow'un tepkiler bana biraz yetersiz geldi. Daha farklı hayal etmiştim. Çok çabuk kabullendi Willow... Bir de Gray... adamımım şeytanın ta kendisisin ve bu kişilik için fazla mı yumuşaksın... peki ya diğer baş iblisler... bilemiyorum bu kısımlar beni pek tatmin etmedi. Beklentim bu değildi ne yazık ki.
Ancak... şeytanın ta kendisi dahi olsa, Gray'i Willow'a karşı duyduğu aşk, güven ve onu tanıdığı kişiliği ile ilgili attığı her adım hayran olunasıydı. Şeytansın falan ama senin gibisini her kadın ister dedim okurken. 💘
Willow'un yine birilerinin etkisinde kalması, tereddüt etmesi, sonucunda da onun için her şeyi göze almış olan Gray'e karşı cephe oluşturması sonucunda kızım sende beyin yok mu dedirtti. Bu adam sana bir söz verdi mi tuttu, sana her şeyi eski haline getirelim dedi ve bunun için çaba harcamaya başladı sen hala neyin derdindesin. Hayır bir de cadıların büyüleri zaten Gray tarafından verildi, istese hepinizden bu büyüyü alma gücü varken ve bunu yapmıyorken neyin derdindesin sen hala. Şöyle bir silkelemek istedim Willow'u.
Iban'ı daha ilk kitaptan beri sevmemiştim. Zaten amcası ne ki kendisi ne olsun yani... sevmeme nedenini de çok güzel ortaya çıkardı. Resmen Willow benim değilsen ve beni seçmiyorsan ölmende bir sakınca yok dercesine hareket etti. Aslında direk kendi çıkarları için Willow'u harcadı ve bizim beynini kullanmaktan yoksun kızımız Willow, bu adama ısrarla güvendi ve inandı. Gerçi sonunda Iban, ettiğini buldu ya neyse.
Willow'un arkadaşlıkları çok güzeldi. Della, Nova ve Margot... üçüyle de güzel bir arkadaşlığı vardı ki zaten Gray de buna zarar vermemek için baya çaba harcadı.
Willow'un bahçelerde, lanetlilerle yaptığı çok güzeldi. O labirent detayı, bitkilerle ilgili olan büyüler... ya da mahkeme salonundaki tahtlarla ilgili detaylar. Soluksuz okunan detaylardı. Hatta öyle ki içerisindeki gücü kabullenip kullandığı sahneler oldukça iyi kurgulamıştı.
Hatta, Gray'in ölü cadıların huzur bulması için Willow'a yardım ettiği sahne de çok iyiydi.
Yorumun başında değindiğim kurgudaki terslik şuydu. Kitapta Şeytan iyi görünürken Tanrı ve onun yanında yer alan Melekleri kötü görünüyordu. Mesela cadıları katledip de kendi düzenleri bozulmasın, güç sarhoşluğu oldukları için kendilerini daha fazla önemsemeleri gibi detaylar üzerinde duruyordu. Aslında bildiğimiz tabulara oldukça ters bir şekilde kurgusu vardı. Değişik geldi bu detay açıkçası. Sevdim mi sevemedim mi bilemiyorum ama oldukça değişikti.
Baş iblisleri de gördük. Onların zaman zaman hınzır olması, birinden etkilenebilinir olmaları biraz tuhaf hissettirdi. Şey diyesim vardı hep. "Dostum kendine gel, sen şeytansın!"
Bu kitapta da son 50-60 sayfa soluksuz okuttu. Çünkü bu sefer Gray'i öldürmek için yapılan saldırının hedefinde Willow vardı. Doğru hedef belirlenmişti ve bundan dolayı yapılan savaş, hayatta kalma çabası, büyüler çok güzel anlatılmıştı.
Bunun yanı sıra da Cehennem'e düşen Margot ve Beelzebub'un hikayesi yarım kaldı. 3. kitap olacak söylentileri vardı sanırım bunun üzerine kurulacak. Çünkü her ne kadar kurgu bitmiş görünse de aslında bitmedi. Willow, arkadaşı Margot'nun geri gelmesi için güçlenmesi gerekirken Margot'nun da Cehennem'de hayatta kalması gerekiyor.
Bakalım 3. kitap gelecek mi? Meraklardayız.
Kitaba dair puanım 5 üzerinden 3,5veriyorum. 🌟🌟🌟 / 🌟
- Cadılar Meclisi
- Lanetli
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder
Kitap ya da yazı hakkındaki görüşünüzü bizimle paylaşın