Bu ayın historical romans kitaplarında araya bir tane daha sıkıştırdım çünkü Instagram grubumuzda bu ayın yazarı Judith McNaught'tu ve bende yazarın historical türündeki bence en iddialı kitaplarından biri olan hatta başı çeken kitabı Düşler Krallığı'nı okudum.
Normalde Westmorland Üçlemesi'nin ilk kitabı ama düşündüğünüz şekilde değil. Bu kitap Claymore'un ilk dükünün hayatını konu alırken sonraki kitaplar onun soyunun devamındakileri konu alıyor. Sıralı okumasanız da olur ama tavsiyem her zaman serilerin sıralı okunmasıdır.
Yoksa niye seri densin değil mi ama?
Kitabın konusuna kısaca değinmek gerekirse; Royce Westmoreland... yani herkese korku salan lakabı ile Kara Kurt, kralının emriyle İskoç klanlarından biri olan Merrick'lere saldırma emri hatta kuşatma emri almıştır. Henüz yeni onlarla savaştan çıkmış ve karşı tarafı ciddi bozguna uğratmış olmasın rağmen onların sınırlarına yakın bir konumda yer alan manastırın çevresinde kamp kurup da doğru anı bekledikleri bir anda kardeşi Stephen, manastırdan iki kadın getirir. Jennifer ise, iki sene önce manastıra gönderilmiş, orada daha uysal bir kadın olarak yetiştirilmesi amaçlanmış ve iki senedir oradn babasının kendisini almasını kız kardeşi Brenna ile beklemektedir. Ancak babası Royce ile olan savaşından dönüp da kendisine müttefik toplamak için yaşlı bir klan reisiyle kızının evlenmesini ayarlamaya çalışırken Jennifer'ı yanına almaya karar verir. Jennifer kendi klanı ve halkı için her şeyi göze alarak kabul ettiği bu evliliği sindirmek için kız kardeşiyle yürüyüşe çıktığında Stephen tarafından kaçırılır. Hayatı ise tepetaklak olur. Çünkü kimliklerini, düşman kızı oldukları fark edildiğinde bunu kullanma amacı güden Royce için bu mükemmel bir fırsattır. Ancak Jennifer'da uslu durmaz. Bütün hırçınlığı ve zekasını kullanarak kaçmanın yollarını ararken ve bu durumu kendi lehine kullanırken aynı zamanda Royce'un da sınırlarını zorlar. Üstelik Royce'un çekiciliğine de kapılmaya başlamasına rağmen halkı için pes etmeden Royce devirmenin peşindeyken Royce ise birçok erkeğin sahip olamadığı cesarete sahip olan Jennifer'dan etkilenmeye ve içinde bir duygunun filizlenmeye başladığını fark ettiğinde genç kızı kendisinin yanında tutmanın yollarını arar. Bütün bunların yanında da İngilitere ve İskoçya kralları bir anlaşma görüşmeleri yaptığı döneme denk gelen bu olaylar hem Jennifer hem de Royce için tehlike zilleri çaldırır. Çünkü kralların emri... ikisinin evlenmesidir. Bu durum hem Royce tarafını hem de Jennifer ve babasının tarafını sinirlendirip onaylamadığı bir durum yaratmasına sonucunda kabullenmek zorunda kalırlar. Ancak Jennifer'ın babası kendi halkını kullanarak kızının yumuşak yanından vurarak onu Royce'a karşı hale getirmesi sonucunda ortalık iyice karışır. Çünkü Jennifer, bir yanda ailesi ve halkı bir yanda kocası ve aşkı dururken bir yol izlemesi gerekmektedir. Üstelik kocasının halkı da aslında hep istediği şeyi ona vermeye başlamışken. Halk onu sahiplenmiş, sevmiş ve saygı duyarken... Royce ise... yaptığı bir hatanın sonucunda Jennifer için her şeyi göze alır durumdayken bütün tercihi karısına, sevdiği kadının seçimlerine bırakmış durumdadır. Gelecekleri tamamen Jennifer'ın elindedir.
Öncelikle kitabı yaklaşık 12-13 sene önce okumuştum şimdi yeniden okumak o kadar güzel geldi ki ve eski historical romansların ne kadar güçlü, dönemi yansıtan kitaplar olduğunu bir kere daha anladım.
Evet kitapta her okuduğumda olduğu gibi yine kızdığım yerler oldu ama içimin acıyla, hüzünle, aşkla titrediği yerler de oldu. Bu yazarın okur üzerinde öyle bir etkisi var ve bunu kitaplarında çok güzel kullanıyor. Bir an sizi sinirlendirirken bir sonraki sahnede öyle bir şey oluyor ki yüreğiniz acıyla burkuluyor.
Jennifer'ın ailesiyle ilişkisi, kendisini kabullendirmek için harcadığı çaba, kendini feda etme durumuna kadar gelmedi aslında orada nasıl da yalnız olduğunu ve bir yere ait olma çabasını gösteriyor. Buna karşılık bütün o asiliği, huysuzluğu, hırçınlığı ve savaşçı kişiliği Royce ve diğer şövalyeler arasında da takdir görüyor. Evet onlara karşı yapıldığında gururlarını kırıyor falan ama sonucunda da takdir ediyorlar. Aslında Jennifer hayalini kurduğu krallığı Royce ile Claymore'da buldu.
Royce'un ise savaşta geçen hayatı, kralına sadakati için yaptığı şeyler ve sonucunda artık kendisine ait topraklarda durgun bir hayat istemesi çok mantıklıydı. Zaten bunu son savaşını Merricklerle vermesi ve sonrasında rahata etmesini okuduk.
Jennifer'ın Royce'un elinden kaçma çabaları, kampta yaptıkları çok zekiceydi ve takdiri hak ediyordu. Eminim ki Royce kendisine karşı yapılmasaydı oldukça takdir ederdi bunu. Ama sonucuna Royce'un savaş atının başına gelenler... Off Jennifer hatalarının bedeli ağır ödeniyor...
Zeki olanın hep Jennifer olduğunu düşünürken Brenna'nın da kaçmak için yaptığı hamle çok iyiydi. Gerçi sonucunda ablasının başına daha büyük dertler açtı ama o sonuçtan da kaçılamazdı.
Royce ile Jennifer'ın evlenmesi ve sonrasında olan olaylar kitabın bence en zirve olaylarıydı. Royce'un Jennifer'ı kalesinden kaçırması, sonrasında evlenmesi, yolculukları çok iyiydi. Aralarda atışmaları, Jennifer'ın yaptığı zekice iğnelemelere Royce'un kendini tepki vermemek için kasması da öyle.
Claymore'da Jennifer ve Royce'un evlilik kutlaması çok güzel bir detaydı. Özellikle de Royce'un karısını tanıtması ve sonrasında olanlar tam da onların ihtiyacı olan şeydi. Zaten ondan sonraki geçen anlar ikisi içinde çok iyiydi. Tam böyle her şey yoluna giriyor dendiği noktada Jennifer'ın babası ve askerleri olaya bir dahil oluyor bütün her şeyi allak bullak ediyor.
Tamam belki Royce yapmaması gereken bir şey yaptı ama o adam asker ve hayatta kalmak için yaptığı refleks hareketlerin bedelini ödedi. Zaten bunu Jennifer'a da söyledi, itiraf etti.
Aslında birçok konuda Royce, Jennifer'ı alttan alıp, tecrübesizliğine verdiği tavırlar ve söylemler oldu. Ama hep de karısının yanında yer aldı. Her ne kadar duygularını dile getiremese de söylediği şeylerde ya da yaptığı şeylerde bunu çok güzel gösterdi.
Zaten en sonda turnuvada gösterdi. Jennifer, Royce'un halkıyla beraber değil de babasının yanında oturması aslında direk baş kaldırıyken Royce yine de saygısını sundu karısına... Bütün bunun yanında da o turnuva...
Stefan'ın Jennifer'a gelip de söylediği o sözler... sonrasında Jennifer'ın yaptığı hamleler... bütün kitap bizi o sahnelere hazırlıyordu ama okumak kelimenin tam anlamıyla nefes kesiciydi. Zaten kitabı okumanın üzerinden onlarca yılda geçse o sahne asla unutulmaz bence. O sahneye dair alıntı paylaşacağım.
Jennifer ve Royce hikayesinin yanında Stefan ve Brenna hikayesi de çok tatlıydı. Zaten aralarında bir şeyler olmasını bekliyordum ve onların evlilik kararı çok tatlı bir detaydı. Keşke bir iki bölümde onları okuyabilseydik.
Elinor Hala ise... kadın resmen kitabın en eğlenceli detayıydı ve çok keyifle okuttu. En olmaz yerlerde öyle şeyler söylüyor yapıyordu ki okurken gülümseme oluşturuyordu insanın yüzünde. Bir de onun Arik takıntısı... ama adamın direncini de Noel'de kırdı ya... verdiği hediye ile sert askeri gülümsetti.
Kitabı bir kere daha çok büyük zevkle ve severek okudum. Hızlı okuyamadım iş yoğunluğumdan dolayı ama sindire sindire okudum resmen. Çok güzel gitti. Özlemişim resmen kadının kitaplarını.
Kitaba dair puanım 5 üzerinden 5 veriyorum. 🌟🌟🌟🌟🌟
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder
Kitap ya da yazı hakkındaki görüşünüzü bizimle paylaşın