6 Ağustos 2020 Perşembe

0 ALINTILAR - 2 // Jennifer Royce - İskoç Onuru

İki alıntı başlığının arasına yorum sıkıştırdım resmen, ama olsun, o kadar çok sevdiğim alıntılar vardı ki hiçbirini es geçemedim. Dolayısıyla da hepsini paylaşayım dedim. Arada da yorum olunca bir alıntı okuyun sonra yorumu okuyun sonra biraz daha alıntı okuyun dedim. Yorum yazısına da alıntıların linklerini ekleyeceğim. Böylece yorumu okuyan da alıntılara kısa yoldan ulaşabilmeli. 

Hitorical romans severlerin denemesini tavsiye ederim, özellikle İskoç severseniz kaçırmayın derim ben. Tam olarak hasret olduğumuz kurguyu size veriyor yazar. 

İskoç Onuru kitabının yorumu için tıklayınız. 

Şimdi sizi bir sürü güzel alıntıyla baş başa bırakıyorum :) Bu arada alıntılar karışıktır, kitaptaki sıralamasıyla verilmemiştir bilginiz olsun :)






"Beni sevmemelisin!" diyerek hıçkırıklarının arasında fısıldadı. "Ben birinin bana bu kadar değer vermesine alışkın değilim. Layık da değilim..." Kızın söylediklerini duyan genç adam, onun yanına diz çökerek  yüzünü avuçlarının arasına aldı. Seyretmeye doyamadığı bu güzel yüz gözyaşları içindeydi. 

"Sevilmeyi herkesten daha çok hak ediyorsun."

"Etmiyorum!" diyerek daha çok ağlamaya başladı. "Normal değilim, deliririm, çıldırırım. Senin gibi bir adama nasıl eş olurum, onu bile bilmiyorum." Genç kadın burnunu çekerek konuşmaya devam etti.  "Ben başlı başına sorun kaynağıyım. Hiç kimsenin nereye yerleştireceğini bilemediği bir vazo gibiyim. Elde tutulamayacak kadar çirkin ve değersiz, kırılmaya kalkılamayacak kadar da içi sorunlarla dolu..."

Bu sözlerin açtığı yarayı gözlerinde görmesine izin veren Rob, bakışlarını kaçırmadan onun gözlerinin derinliklerine batı. Yüzünü tutan parmakları gözyaşlarını siliyor, teskin etmek isteyerek şefkat ve sevgiyle okşuyordu. Bu kadın, adamın hayatı olduğunu neden anlamıyordu? Onsuz dünyanın yaşanmaya değmeyeceğini, onsuz nefes alamadığını, onsuz var olamayacağını anlamak bu kadar mı zordu? 

"Başkalarının düşünceleri umurumda değil. Sen benim için çok değerlisin. Bir gün beni, benim seni sevdiğim kadar sevebilme umudunla yaşayacağım. O zamana kadar her zaman benden sevgi ve saygı göreceksin. Takıldığın diğer sorunlara gelince hepsini tek tek hayatımızdan çıkaracağım. Geriye sen, ben ve oğlumuz kalacak!"

"Bunların hepsi hayal... Senin aşkına karşılık veremem..."

"Vereceksin, Su Perisi! Konu senin aşkın olduğunda sabırlı bir adamım."



*****


Hayat, gelecekten beklentilerle renkleniyordu. Bir umut taşımak, güne bu renklerle uyanmanızı sağlıyordu. Erkekler için basitti. Klanının geleceği, savaşlar, himayesindeki insanların huzuru, evde kendisini bekleyen eş ve çocuklar... 

Ya bir kadının? 

Gelecek için kuracağı yuva ve çocuklarla ilgili düşleri yoksa sonraki yıllara ait hayal kurabileceği hiçbir şeyi de olmuyordu. Dümdüz bir yol... Manzarası yok, yolculuğuna heyecan katacak kıvrımları ve dönemeçleri yok, sonunda ulaşacağı ona ait bir yer yok... 

Lindsey ,, hayat tam da böyleydi. Sıkı sıkıya sarıldığı hedefi olmasa sabah kalkmak için hiç sebebi olmayacaktı. 



*****


"Sakın size yarım akıllı demelerine izin vermeyin. Gördüğüm kadarıyla hepiniz çok zekisiniz. Bunu onların da görmesini sağlayın!"

"Nasıl?" diye umutsuzca sordu Kenzie.

"Kendinizi değiştiştirin. Onların sizi yargıladığı davranışları değiştirin. Siz izin vermezseniz kimse sizi küçümseyemez. Bu sözü kabul etmediğinizi gösterin. Siz aptallığı kabullenirseniz onlar da sizi o şekilde görmeye devam ederler."

"Sen neden yapıyorsun?"

"Çünkü ben deliyim, şapşal!"



*****


"Yanlış kararım, yanlış olan adam içindi. Düzeltmek için savaş sonrasını bekleyeceğim."

Genç kız için muamma olan bu cümle, hiçbir anlam ifade etmiyordu. "Yanlış adam mı? Ne demek istiyorsunuz?"

Kral, sır dolu gülümseyişle, "Sen bu klana aitsin. Burada kalmanı sağlayacağım," dedi. 

"Ben gitmek istesem de mi? Sloan'ı sevmiyorum. Onunla bir ömür geçirmek istemiyorum. Evime dönmek istiyorum. Eğer bu evliliği iptal etmeyecekseniz planlarıma kaldığım yerden devam edeceğim. Tabii siz gerçekleri onlara açıklamayacaksınız..."

"Sırrın güvende. Tek bir kelime bile etmeyeceğim. Onun anlamasını bekleyeceğim..."

Lindsey kuşkuyla kaşlarını çattı. "Kimin anlamasını bekleyeceksiniz?" Bir kralın nasıl düşündüğünü kim bilebilirdi? Genç kızın bilmediği kesindi ama anlayabilmeyi öyle çok isterdi ki...

"Elbette evleneceğin adamın gerçek seni görmesini bekleyeceğim."



*****


"Hem onun İngiliz casusu olduğunu söyleyip hem de nasıl öpersin?"

Bu suçlamayla kaşları çatılan Rob'un çenesinde bir kas seğirdi. "İlk karşılaşmamızda ondan etkilendim. Sonraki karşılaşmamızda onu istediğime karar vermiştim. Uzun zaman sonra ilk defa bir kadına ilgi duydum. Bu sebeple, evliliğimin bile geçersiz kılmak için harekete geçtim." Sıkıntıyla saçını geri itti. "Şu an durumun ne kadar karışık olduğunun farkındayım. Senin nişanlın olarak görülüyor. Aklını kaçırmış bir kızı oynuyor. Bir de onun gerçekten casus olup olmadığı durumu var..."

Sloan, onun bu sorunların için nasıl çıkacağını merak ediyordu. Ağabeyi, güçlü bir adamdı. Temkinliydi. Her zaman birkaç adım sonrasını düşünerek hareket ederdi. Güçlü olmas bu kuşkulu yapısından ileri geliyordu. Rakibinin olması bütün hamlelerini tahmin ederek önlem alırdı. Şu anki bilinmezliği onun kişiliğindeki bir adama nasıl hissettirdiğini anlayabiliyordu. 

"Eğer casus ise ne yapacaksın?"

Rob'un bakışı gibi yüzü de donuklaştı. "Vatana ihanet eden birini ne kadar istersem isteyeyim, korumayacağım. Sonu belli!"

"Peşine birini takabiliriz. Attığı her adımdan haberimiz olur."

"Takip için birini görevlendirdim. Bakalım, bizi kime götürecek? Bu arada ondan uzak durmanı istiyorum."

Sloan bir çocuk gibi yarılmaktan hoşlanmamıştı. "Ona kapılmamdan korkuyorsun. Bence önce sen kendini kurtar!"



*****


"Dediğimi duydun mu? Cennetini ben yaktım!" diyen genç adama baktı. Kızın gözlerinde bu canavarlığı yaptığına inanamayan bir bakış vardı. 

"Hayır! Yakmış olamazsın. Neden böyle bir zalimlik yapacaksın ki? Burası benim sığınağımdı. Normal bir kadın gibi olabildiğim tek yerdi. Beni mutlu eden, aklımı gerçekten kaçırmamı engelleyebilen böylesi bir güzellik seni neden rahatsız etti?"

Söylediklerinden sonra yerinden fırlayan Lindsey, genç adamla yüzleşebilmek için yaklaştı. "Robby'yi buraya getirecektim. Yüzme öğretecektim. Bir gün belki seninle nasıl tanıştığımızı anlayacaktım. Bu canavarlığı nasıl yaparsın?"

"Yeniden eski haline gelmesini sağlayacağım..."

"Neden yaptın?" Genç kadın, onun göğsüne bir yumruk attı. "Benim için anlamını biliyordun! Neden?" Son soru, çığlık halinde kayalıklarda yankılandı.

"Çünkü sen ölmüştün!" diyebildi Rob.

"Bu nasıl bir mantıksızlık... Ben öldüysem bu güzel yer yaşamalıydı!"

Genç adamın şakağındaki damar seğirirken dudakları huzursuzlukla gerildi. O günleri hatırlamış olmaktan dolayı çenesi kitlenmişti. "Hayır!" dedi dişlerinin arasından. "Senden sonra bütün güzelliklerin yaşamaya hakkı yoktu. Bu şelalenin hiçbir şey olmamış gibi akasına, çiçeklerin tüm güzelliğiyle açmasına, her bahar ağaçların yeniden filizlenmesine katlanamadım. Çünkü burayı senin kadar sevebilecek bir başkasının olmasını istemedim!" 






Hiç yorum yok :

Yorum Gönder

Kitap ya da yazı hakkındaki görüşünüzü bizimle paylaşın