~~~*~~~
Lindsey avucunda tutamadığı, tutmaya kalktığında da yanmayı göze alması gereken bir ateş parçasıydı. Ve Rob da bu ateşte yanmaya gönüllüydü.
~~~*~~~
Jennifer Royce'un son çıkan kitabı İskoç Onuru okundu bitti. Şunu söyleyebilirim ki yazarını bilmiyor olsam kesinlikle okurken Monica McCarty kitabı okuyormuşum gibi hissettim. Bu kadar mı profesyonelce araştırılıp yazılır, kurgu oluşturulur bir kitapta.
Tek kelimeyle bayıldım.
Hepimiz biliyoruz ki Jennifer Royce kendi kültürüne tamamen ayrı bir türde yazıyor. Kendisi Türk olmasına rağmen İskoç klan şefleriyle ilgili bazen de İngiltere dük, kontlarıyla ilgili kurguları kaleme alıyor. Bu türün şimdiye kadar altından oldukça güzel kalktığını düşünüyordum ama şu kitabı okuduktan sonra diğerleri bunun yanında sönük kaldı. Çünkü ciddi anlamda profesyonelce yazılmıştı. Bence yazarın en hit, zirve ve profesyonel eseriydi bu kitap. O kadar mükemmel ve kusursuzdu!
Çok övdüm biliyorum ama okurken sık sık yazarın ismine bakma ihtiyacı hissettim çünkü cidden bazen Monica McCarty kitabı esintisi vardı. Benzemekten falan değil, McCarty okuyan bilir her ne kadar kurgu yazıyor olsa da kurguların içindeki savaşlar ve tarihi bilgiler gerçeklerden alıntılanır. Jennifer Royce da bu kitapta bunu yapmıştı. Bruce, Wallace, savaşlar, taktikler falan ve hatta kurguda adı geçen karakterlerin gerçekte yaşamış olmaları falan onu anımsattı bana.
Kitapta ciddi emek, zaman, araştırma var... Jennifer Royce bence kendisini de aştı :D alınmayın ama cidden öyle yazarım bu kitaptan sonra bence daha iyisini yapmanız gerek daha azını kabul edemeyiz. Zirvenizi gördük :D
~~~*~~~
"Her şey kalpte bitiyor, öyle değil mi? Küçücük bir et parçası, geçmişin ağır yükünü taşıyabiliyor, gelecek günler için umut ya da ümitsizliği içinde saklayabiliyor, hepsinin üzerinde aşk denen yüce olguyu da içine sığdırabiliyor."
~~~*~~~
Kitabın kısaca konusundan bahsetmek gerekirse; Lindsey beş yıl önce en yakın arkadaşının yaşadığı acı olaylardan sonra asla evlenmemeye ve aşık olmamaya yemin ederek kendini de korumak adına deli rolü yapmaktadır. Çılgınca hareketler, insanları korkutmalar, yüz boyamalar, saç kabartmalar derken beş yıl boyunca hem kendi klan halkını hem de kendi anne babasını deli olduğuna inandırmıştır. Ancak bir gün İskoç Kralı Bruce, en güçlü adamlarından biri olan Rob ile Lindsey'in babasının düşmanlığını sona erdirmek için iki klan arasında evliliği emreder. Rob ile değil, Rob'un kardeşi Sloan ile evlenmek zorunda kalan Lindsey bu sefer kaçamaz çünkü emir büyük yerden gelmiştir. Rob'un ve Sloan'ın planı bir yıl boyunca nişanlı olarak Lindsey'i klanlarında ağırlamak bu sürede savaşı sonlandırmak ve sonrasında nişanı bozarak Lindsey'i klanına geri göndermektir. Ancak planlar hiç de umdukları gibi gitmedi. Çünkü Lindsey ve Rob daha öncesinde karşılaşmışlardır ve Rob, Lindsey'in aslında deli olmadığını bilmektedir. Lindsey kimliğini saklamak için her ne kadar yüzünü boyasa da gerçeklerin eninde sonunda ortaya çıkma huyu vardır. Gerçekler ortaya çıkınca da Rob ile Lindsey arasındaki aşk kıvılcımlanacak ve ortalığı alev alacaktır... Ama... deli yalanlarından daha büyük sorunlar vardır. O da Rob'un geçersiz kılmak için uğraştığı evliliği ve karısı Adaira'dır. Çünkü İngiliz olan Adaira, ne kocasını Lindsey'e kaptıracaktır ne de evliliğinden vazgeçecektir. Sorunlar da o noktada boy gösterir...
Öncelikle söylemek istediğim bir şey var ki o da Lindsey'in deli rollerine çok güldüm. İnanılmaz eğlendim ve bütün bu çılgınlıkların arasında etrafındakilerin verdiği tepkiler çok süperdi. Çok eğlendim deli Lindsey'i okumaktan.
Rob'un klanı için her şeyi yapması, savaşçı kişiliği ve bütün bunların yanında Lindsey için yaptıkları çok güzeldi. Öylesine vahşi bir savaşçının böylesine güzel bir sevgili olması... sana aşık olabilirim Rob :)
~~~*~~~
"Yüzünü silmemeliydim. Altından çıkan bu güzelliği açgözlü erkeklerin önüne sermem budalalıktı."
~~~*~~~
Adaira tam bir sürtük çıktı. Cidden hiç yapmaması gereken hamleleri yaptı. Eeee ne oldu sonunda halk ettiğini buldu. Ama şunu söylemek istiyorum, akılsız kadın sen Lindsey'e yaptıklarından sonra sanki Rob'u elde mi ettin? Daha beteri olmadı mı? Kaçak yaşamak zorunda kaldın? Rob'un nefesini ensende hissederek korku dolu zamanlar geçirdin?
Adaira ve Ranald'ın sonu... işte onu hak ettiler. O kısımlar için yazarı tebrik etmek lazım cidden muhteşemdi. İşte bu be! dedim :D
Bruce ve Wallace, hatta Edward hakkındaki detaylar, savaş stratejileri, savaş sahnelerinin anlatılması, Bruce'in babalığı, kızının kurtarılması, savaş yerleri... her şey muhteşem bir şekilde kurguya dahil edilmişti. İşte bu yüzden Monica McCarty'e benzettim. Çünkü o da böyle yapıyor, kendini diğerlerinden soyutluyor. Jennifer Royce'da bunu yaptı ve kendini bence diğerlerinden soyutladı. Ama bunu yaparak kendi kitapları arasında bu kitabı da soyutladı :D
Rob'un Lindsey'in öldüğü zaman verdiği tepki falan muhteşemdi. Resmen okurken aşık bir adamın sevdiği kadını kaybettiğinde ne derecede kendini kaybettiği okuduk. Cidden muhteşemdi nefes kesiciydi.
Hele o ateşin yakıldığı yerdeki külleri toplayıp da Lindsey'in en sevdiği yer olan şelalede ona bir mezar yapması... harikaydı!
Lindsey'in herkesin öldüğünü zannederken hayatta kalması, sonrasında yaşadıkları da çok güzeldi. Kadın sen ne güçlüsün tam da Rob'a yakışır kadınsın dedim.
~~~*~~~
Birlikte geçirilecek zamanımız, hatırlanacak anılarımız olmadı. Birlikte yapamadığımız tek bir şey daha var! Birlikte ölemedik...
~~~*~~~
Ahh bu arada Adaira'nın bu konudaki planı dâhiceydi ama elinde patladı çünkü Lindsey' öldürmeyi beceremedi. Ancak o yanma sahnelerinin ifadeleri falan çok güzel anlatılmıştı.
Rob'u baba olarak görmek... işte o satırlar paha biçilemezdi. Kocaman savaşçının kollarında bir karış bir bebek ve savaşçı nasıl davranacağını bilemez falan... ayyy çok tatlıydınız :)
Lindsey'in babasını öldüresim geldi okurken. Tanrı Aşkına! Bir baba kızını böylesine nasıl gözden çıkarır. Hayır kızın öldüğünü zannedince mi aklına geldi diyeceğim ama o zaman bile dan etmedi kalın kafasına...
Aslında bahsetmek istediğim çok şey var ama spoiler olur diye korkuyor ve anlatamıyorum. Ama şunu söylemeliyim ki kitabı ciddi anlamda çok sevdim. Gerçekten muhteşemdi.
~~~*~~~
Hava soğuk... Kış yaklaşıyor… Sana dair hiçbir anım olmamasına rağmen her mevsim seni hatırlatıyor. Bana göre kış, yokluğunu çeken ben... Bahar, yeşillenmeye çalışırken biz... Yaz, senin özleminle yanarken ben... Güz, acı ve özlemle yaprak gibi savrulan biz...
Seninle yaşayamadığımız mevsimlere dair anılarım var artık. Çünkü her mevsim sensin...
~~~*~~~
Kitabın adı : İskoç Onuru
Yazarı : Jennifer Royce
Yayınevi : Parola Yayınları
Sayfa sayısı : 520
Kitabın tanıtım yazısı:
Erkeklerin hâkim olduğu dünyada görmezden gelinen ve yine onların savaşında bir piyondan fazlası olamayacağını anlayan genç bir kadın…
Leydi Lindsey Irvine, dünyadaki varlığının görmezden gelinmesine katlanamayacağını anladığı gün, çok dâhice ve delice bir yol buldu. Geriye kalan hayatında bu yolu izlerken duygularından, hayallerinden ve geleceğinden vazgeçti.
İngiltere'nin tanımadığı gayrimeşru İskoç Kralı Robert the Bruce'nin ülkesinin özgürlüğü için verdiği mücadelede güvendiği sadık Lordu Robert the Keith…
Savaş davullarına ait sesin çok yaklaştığı böyle bir dönemde, sadece ülkesinin bağımsızlık savaşına odaklanmak isteyen genç adamın ne yüzlerce yıldır kanlı bıçaklı olduğu Irvine Klanı'yla uğraşmaya ne de bu düşmanlığı sona erdirecek deli bir leydinin çılgınlıklarına tahammülü vardı.
Fakat Lindsey Irvine, genç adamın klanının ve hayatının içine deyim yerindeyse bir bomba gibi düştü. Çevresine vereceği zarar ise kaçınılmazdı.
En başta da Rob'un kalbine…
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder
Kitap ya da yazı hakkındaki görüşünüzü bizimle paylaşın