Kitabın yorumu için tıklayınız!
"Neden kaşlarınızı çatıyorsunuz?" Oturur bir pozisyonda kendini yükselterek deste almak için Marcus'un omuzlarından tutundu. "Kaşlarınızın arasındaki bu kırışıklık... size bir şey yapmam için beni kışkırtıyor..." Lillian onun alnına öylece bakarken sesi gittikçe azaldı.
"Neyi?" diye fısıldadı Marcus, neredeyse kontrolünü kaybetmek üzereydi.
Hala omuzlarından destek alan Lillian dizlerinin üzerine kalktı. "Bunu." Dudakları onun kaşları arasına bastırdı.
Marcus gözlerini kapadı, cılız ve çaresiz bir inilti ağzından yükseldi. Lillian'ı istiyordu. Sadece yatağında değil - ama şu an bu onun ilk düşüncesiydi - onu her anlamda istiyordu. Hayatının sonuna kadar bunu inkar edemezdi; her kadını Lillian'la kıyaslayacaktı ve hepsini de yetersiz bulacaktı. Lillianın gülüşü, sivri dili, tavrı, bulaşıcı neşesi, bedeni ve canlılığı, her şeyi hoş bir biçimde onu etkiliyordu.
"Seninle mutlu olacağımı düşündüren nedir?"
Marcus kızın bileklerini kavradığı gibi kollarını arkaya büktü ama Lillian sertçe ayağına bastığında şaşkınlıkla, "Çünkü senin bana ihtiyacın var," dedi. Adamın kolları arasında kıvranırken kesik kesik nefes alıyordu. "Tıpkı benim de sana ihtiyacım olduğu gibi." Sonra dudaklarıyla onun dudaklarını mühürledi. "Yıllardır sana ihtiyacım vardı." Bir kez daha öptü fakat bu seferki tutku dolu ve adeta uyuşturucu gibiydi.
Eğer Marcus onu şaşırtmasaydı, onunla mücadele etmeye devam edebilirdi. Bileklerini bırakıp kollarını dolamış, şefkatle onu kucaklamıştı. Lillian gafil avlanmış öylece dururken kalbi çılgınca atıyordu.
"Bu benim içinde anlamsız değildi," dedi Marcus, fısıldayışı kızın kulağını gıdıklamıştı. "Dün en sonunda fark ettim ki sende hata sandığım şeyler, aslında benim en çok keyif aldığım şeylermiş. Sen mutlu olduğun sürece ne yaptığın umurumda değil. Çıplak ayakla ön bahçede koş. Pudingi parmaklarınla ye. Ne kadar istersen o kadar cehenneme gitmemi söyle. Ben seni olduğun gibi istiyorum. Ayrıca kız kardeşlerimin haricinde yüzüme karşı küstah olduğumu söyleyen tek kadın sensin. Sana nasıl karşı koyabilirim?" Dudakları kızın yumuşak yanağına doğru hareket etti. "Sevgili Lillian," diye fısıldadı, kızın başını geriye itip göz kapaklarından öptü, "eğer şiir yazma kabiliyetim olsaydı sana soneler yazardım. Ancak hislerim çok kuvvetli olduğunda, kelimeler her zaman benim için zor olmuştur. Ve sana söylemeye dilimin varmadığı özellikle bir kelime var ki... o da 'hoşça kal'. Senin benden uzaklaşıp gitmene dayanamam. Kendi gururun yüzünden benimle evlenmeyeceksen o halde beni hoş karşılamak zorunda kalacak insanlar için yap. Evlen benimle, çünkü kahkaha atmamı sağlayan birine ihtiyacım var. Çünkü nasıl ıslık çalındığını öğretecek birine ihtiyacım var. "Evlen benimle Lillian..."
Uzun bir sessizlikten sonra kontesin, "Bana ne olduğu önemli değil. Soyumuzu lekelemekten onu alıkoyduğumu bildiğim için gayet memnunum," diye mırıldandığı duyuldu.
Livia annesine dönüp yarı acıyan, yarı aşağılayıcı bir şekilde baktı. "Marcus asla başarısız olmaz," dedi yumuşak bir sesle, "çocukluğunun çoğu imkansızı yenmeyi öğrenmekle geçti. Ve sonunda Marcus uğrunda savaşmaya değer birini bulmuşken... gerçekten onun vazgeçeceğini düşünüyor musun?"
"Bu dünyada benim için senin gülüşünden daha güzel bir şey yok... hiçbir şey senin kahkahan kadar tatlı değil... hiçbir şey seni kollarımın arasında tutmak kadar zevkli değil. Bugün şunu fark ettim ki küçük ve yaramaz bir çocuk olsan da ben sensiz yaşayamam. Bu hayatta ve diğer dünyada, sen benim tek mutluluk kaynağımsın. Söyle bana Lillian, benim gözbebeğim... nasıl oldu da kalbimin derinliklerine bu kadar ulaşabildin?"
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder
Kitap ya da yazı hakkındaki görüşünüzü bizimle paylaşın