İlle Kitapla gezdim gördüm konusunda ikinci yazım ile karşınızdayım. Hala tereddütlerim var bu konuda yazmak için ama neden olmasın... gezmelerimde tarihi dokuları sevdiğim için sizlerle paylaşmak da hoşuma gidiyor açıkçası. Kendi şahsi hesabımda zaten paylaşıyorum ama blogun hesabında da paylaşmak amacıyla buraya bir yazayım dedim.
Bu seferki yazım küçük bir kaçamak yaptığım Kıbrıs'tan geliyor. Kıbrıs denilince akla ilk gelen şeyler sigara-alkol-casino üçlüsü ama emin olun orası bundan daha fazlasına ev sahipliği yapıyor. Her şeyden önce yavru vatan...
Öncelikle biz bu konuda çok uyarıldığımız için sizleri de uyarmak boynumun borcu diye bilerek yazıyorum. K.K.T.C.'ye girişte yeni kimlikleriniz varsa -ki zaten olmayan kalmamıştır- kimlikle giriş yapın. Pasaport ile giriş yapıldığında daha sonrasında Schengen Vizesi almayı oldukça zor hale getiriyormuş bu durum. Bu yüzden kimlikle giriş kabul ediyorlar ve bunu değerlendirin. Biz kimlikle giriş yaptık. Hiçbir sıkıntı yaşamadık.
Ayrıca her ne kadar Türk kısmına giriyor olsak da hatlar yabancı ülke olarak algıladığı için telefonlarını fotoğraf çekmek için kullansanız da hatlarınızı uçak moduna almanızı tavsiye ederim. Kaldığınız otellerde wifi kullanarak internete bağlanabilirsiniz.
Son bir uyarı daha yapayım, prizler... Kıbrıs'ta kullanılan prizler İngiliz girişli olduğundan dolayı ya yanınızda dönüştürücü götürün ya da otelde kalıyorsanız resepsiyondan temin edin. Çünkü biz otelimizle iletişime geçtik ve bizler size veriyoruz dedikleri için yanımızda götürmedik. Zaten otele giriş yaparken resepsiyon bize dönüştürücülerimizi verdi, otelden çıkış yaparken de geri iade ettik. Bu arada reklama girer mi bilemedim ama biz Salamis Bay Conti Resolt Hotel & Casino'da kaldık ve çok sevdik. Otelimizden, yemeklerinden, görevlilerin ilgi ve samimiyetinden çok memnun kaldık.
Dolu dolu iki gün geçirme amacıyla gittik ve şunu fark ettik ki yetersiz geldi, umarım tekrar gitme şansı yakalarım. İlk gün bir tura katıldık ve tur ile tarihle harmanlanmış her yeri gezdik.
Bu arada gezilere dair kısa kısa videoları Instagram sayfamda "Gezdim Gördüm" öne çıkan başlığında paylaştım.
İlk durağımız Salamis Harabeleri'ydi. Buram buram tarih kokan bir antik şehir diyebilirim buraya. Henüz tamamen keşfedilmemiş, sadece %6 lık -yanılmıyorsam böyle söylenmişti- kısmı gün yüzüne çıkmış bir antik şehir. Roma ve Yunan esintileri fazlasıyla belli olan bir yerdi. Çünkü o dönemin filmlerini izlediğimizde gördüğümüz her şeyin detayları ve izleri vardı. Başı olmayan heykeller, sütunlar, amfi tiyatroları, dövüş sahaları, hamamları, saunaları ile harmanlanmış bir tarihi yerdi.
Tamamının çıkarılmasına çok fazla bütçe gerektiği için şimdilik sadece bir kısmı çıkarılmış. Ve bu bölge limanlara yakın olduğu için genellikle ticari olarak kullanılan bölgelerdenmiş hatta öyle ki şehrin ileri gelen isimleri, ticaret adamları hep buralarda boy gösterirmiş o dönemlerde. Bu konuda rehberimiz o kadar iyi bir anlatım yaptı ki, dolanırken resmen yaşananları gözümüzde canlandırmak zor olmadı.
Gezerken kendinizi o dönemi bir yandan da yaşıyor gibi hissediyorsunuz.
Gezimizdeki ikinci durağımız St. Barnabas İkon ve Arkeoloji Müzesi'ydi. Aslında daha öncelerde St. Barnabas Manastırı olan yapı, şimdi özel talepler haricinde turistlere gezi alanı olarak kullanılıyormuş. Ancak rehberimizden edindiğim bilgiye göre bazı gruplar burada ibadet etmek istediğinde önceden bildiriyorlar ve ibadetlerini yerine getiriyorlarmış. Bu manastırın kullanıldığı dönemler M.Ö. 477 yılına denk geliyor,, o kadar eski bir yapı anlayacağınız. İçerisinde -ki ben ilk kez gördüm, o kadar kilise, katedral gezmiş olmama rağmen- papaz odası vardı. İçerisine giriş yok sadece kapıdan baktık. Manastırın girişinde St. Barnabas'ın öldürülmesinden sonra öğrencileri tarafından cesetinin üzerine St. Mathews tarafından el yazması olan İncil ile gömülür ve mezarı gizemini korurken üzerinden geçen süreden sonra bir gece St. Anthemios'un rüyasında görmesi ile yer kazılır ve kemikler ile İncil bulunur. Bunun Bizans İmparatorunun yaptığı bağışlarla St. Barnabas'ın cesetinin bulunduğu yere bu manastır yapılıyor. Bu tarihi manastırın girişinde sağ tarafında resmediliyor... çok güzel bir şekilde resmediliyor hem de... Manastırın içerisinde de bir sürü tablolarla resmedilmiş ikonlar yer alıyor.
Bunun yanı sıra da manastırın içerisinde de bir arkeoloji müzesi bulunuyor. Binanın yanında bahçe içerisinde yer alan müzede o döneme ait kazılarla çıkarılmış tarihi kalıntılar var. Bazıları toprak kaseler, küfeler, heykeller, metal parçalar... hepsi tarihi ve adıyla beraber bulunuyor.
Gezimizde üçüncü durağımız Magusa Surları, Lala Mustafa Paşa Cami (St. Nicholas Katedrali) ve Namık Kemal Zindanı'ydı.
Mağusa Surları zaten bölgede direk görünen yerlerden biriydi. Resmen yanlarında yürüyorsunuz.. Bizim surlarımız gibi... Surların giriş kısmında Othello'nun yaşadığı bölge olduğu ve ilk sahnelendiği yerlerden biri olduğu için Sheakespare'in heykeli de vardı.
Burada yer alan Lala Mustafa Paşa Cami ya da yapıldığındaki ilk ismi St. Nicholas Katedrali... Her ne kadar katedral olarak inşa edilmiş, öyle görünmüş olsa da şuanda cami olarak kullanılıyor. Zaten içerisine giremiyorsunuz sadece dışarıdan bakabiliyorsunuz. 1571 yılından beri cami olarak kullanıyor, zaten ezan saatlerinde çevredeyseniz de okunduğunu duyarsınız.
Lala Mustafa Paşa Cami'nin hemen karşısında Venedik Sarayı duvarlarına denk geliyorsunuz. Tabi ilk yapıldığı andaki gibi durmuyor olsa da ana hatlarıyla dikkat çeken bir tarih...
Namık Kemal Zindanı ve Müzesi'de o sarayın duvarlarının ardında yer alıyor. Namık Kemal "Vatan Yahut Silitre" den sonra Kıbrıs'a sürüldüğünde bu zindanda kalıyor. Zindanın tek bir kapısı var ve Venedik Sarayı'nın avlusuna açılıyor. İlk başlarda bodrum gibi görünen alt katta kalıyor sonrasında da üst katta taşınıyor orada kalıyor. Zaten sonrasında da 3 yıl kadar kaldıktan sonra affedilerek İstanbul'a dönüyor.
Ve son durağımız da bütün sosyal medya da denk geldiğimiz, oldukça popüler olan yer Kapalı Maraş... yaklaşık olarak 4-5 sene önce ziyarete açılan bölgede hala insanlar sınırlı saatlerde geziyor. Öncesinde ise giriş izni olmayan bir yerdi. Çünkü tarihi olarak Rum kesimi o bölge üzerinde hak iddia ediyor ancak Kapalı Maraş, Gazimagusa sınırları içerisinde yer aldığı için de Türk kısmında kalması gerekiyor. Bu anlaşmazlıklar yüzünden ne bir çivi çakılıyor ne de o kısım halka adam akıllı açılabiliyor. Hala bazı bölgelerine erişim engeli var. Sadece turist olarak bile belirli kısımlarını gezebiliyorsunuz.
Yaz-kış saat uygulaması olmasına rağmen ziyaret saatleri haricinde içeriye giriş çıkış yasağı devam ediyor. Hatta öyleymiş ki kapanışa 15-30 dk kala polisler içerideki misafirlere eşlik ederek kapıya götürüyormuş. Zaten ara ara polislere ve görevlileri de görebiliyorsunuz, içeride de dolaşıyorlar. Özellikle de belirli yerlerde. Bu yerlerden biri de Toyota Binası ve karşısında yer alan Banka binası... rivayete göre de o banka çok ciddi bir parada varmış bu yüzden de koruma altında sanırım.
Her ne kadar bazı yapılar oldukça harabe hale gelmiş olsa da o zamandan bu zamana duruşunu bozmayan oldukça da yapı vardı. Bunlardan biri de opera binasıydı. O zamanlarda opera binası olarak kullanılan yapıyı görünce ilk akımdan geçen şey hükümet ya da belediye binası gibi kurumsal bir bina sanmıştım ama tamamen sanat için yapılmış bir binaymış. Aslında açılsa ve kullanılsa oldukça da rağbet görürdü bence. İnsan kendini onun içinde bir gösteri izlemeye geldiğini hayal ederken resmen bir soylu hissine kapılıyor...
Bu arada görselde gördüğünüz de o dönemlerin bir kitapçısı... ilgimi çekince resmini çektim. Aslında çok fazla resim çektim hepsini paylaşmam pek mümkün değil bu yüzden paylaşamıyorum. Sizleri Instagram'daki sayfama o yüzden davet ediyorum.
O dönemlerin en lüks ve büyük otellerinden biri olan otel Margarita, açılmasından 1 sene bu bölgede kalma şanssızlığıyla kapandı. Sadece 1 sene hizmet veren otelin yapısı hala dimdik ayakta duruyor.
Sahil kesimine inen yolda yürürken Don Kişot çizimlerini yapan ressamın orada yaşadığı söyleniyormuş. Kaldığı evden geçerken rehberimizin yönlendirmesiyle gördüğümüz şey ise evin açık camından içeride yer alan Don Kişot resmiydi... Çok güzeldi.
Yaklaşık olarak 2019'dan beri Kapalı Maraş bölgesinin bazı kesimleri geziye açıldı belirli saatler içerisinde ancak 2020 yılında da haklın denizi ve sahili kullanabilmesi için kıyı şeride de halka açıldı. O bölgenin insanı ya da kalan turistlerin girebilmesi için plajları kullanıma açıldı. Zaten biz gezerken de sahillerinin dolu olduğunu ve insanların denize girdiğini de gördük. O kadar eşsiz bir sahil bence de boş kalamazdı.
1974'den 2019'a ve 2020'e kadar Hayalet Şehir olan Kapalı Maraş bölgesi şuanda geziye açık. Her ne kadar herhangi bir yenileme ya da yaşam olmasa da sadece gezmek ve tarihi görmek için gidilebilecek yerlerden biri. Zamanının zengin isimleri orada evleri olup -ki bu evler minik köşkler- misafir ağırlayıp kendileri de yaşayabiliyormuş. Şuanda hepsi boş ve ıssız. İnsanın içi sızlamıyor değil. Bunun tek sebebi de Rum kapısına 3 km yakınında olması ve onların hak iddia etmesi... Neyse siyasi detaylara girmeyelim biz tur rehberimizle gezerken bu konuda baya bilgi edindik.
Kapalı Maraş tam bir Hayal Şehir gibi... zaten o isimle de anılıyor. Buram buram yaşanmışlık kokuyor ve nereden nereye dedirtiyor. O sokaklarda gezerken insan bir zamanlar burada ne hayatlar vardı diyor açıkçası. İnsanın içi hüzünle doluyor ve hiçbir şey yapamıyorsun.
Tarihi gezileri sevenler zaten mutlaka gezmeli de derim ben. Gidip otelde yatıp kalkıp, deniz-havuz keyfi yapmayın gidin tarihi gezin 😇
Bu arada otelimizden günde iki sefer Magusa'ya minibüs kalkıyordu ve biz de ikinci gün tekrar gittik, bu sefer tur koşuşturmacası olmadan rahat rahat gezelim dedik sonucunda gezdik de... O sokaklarda dolaştık çok güzeldi. İnsanları çok sıcak kanlıydı, sokakları çok güzeldi. Bolca resimde çekilmelik yer vardı.
Tabi meşhur yemeklerinin de tadına baktık. Kıbrıs köftesi, mantısı, tavuk dolmasını denedim ve çok sevdim ama buna karşılık şeftali kebabını sevmedim. Şeftali kebabı denilince şeftali aroması, şeftalinin kendisini bekledim ama bildiğiniz normal kebaptı. Açıkçası adını sorduk da nereden geliyor diye garsonumuz bize Şef Ali Kebabı evrilerek bu şekli aldı ama detay bilmiyoruz dedi 😅 Oranın meşhur Petek Pastanesi'ne de gittik. Çok güzel bir ambiansı vardı, aşırı da kalabalıktı. Sahibi zaten oranın eski halini yaşamış, savaşı görmüş ve ayakta kalabilmeyi başarabilmiş kişilerdendi. Tanışma fırsatım olsaydı keşke tarihi dinlemek güzel olurdu...
Sadece Gazimagusa'yı gezdik. Zaten 3 gece 4 gündü o da birer gün yolumuz olduğu için dolu dolu 2 gün geçirdim. Umarım tekrar giderim ve hedefim Lefkoşa ve Girne olur. Gezmediğim yerleri gezerim.
Sizlere de tavsiye ederim arkadaşlar. Çook güzeldi.
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder
Kitap ya da yazı hakkındaki görüşünüzü bizimle paylaşın