"Bir keresinde," diye fısıldadı, "sevişirken bir an geliyor, sen açılıyorsun, ben açılıyorum ve bir oluyoruz, demiştin. Bunu sana her an vermek istiyorum, Gideon."
Sahip olduğumuz şeyde bir eksik olduğu ihtimaliyle gerildim bir anda. "Bunu nasıl ve ne zaman hissettiğimizin bir önemi var mı gerçekten?"
"Olmadığını iddia edebilirsin." Başını geriye attı. "Karşı çıkmam. Ama benim vereceğim güvene ihtiyaç duyduğunda dünyanın öbür ucunda bile olsan bunu sana verebileceğimi bilmem gerekiyor."
"Yanımda olacaksın," diye homurdandım, canım sıkılmıştı.
"Her zaman değil." Eli yanağımı kavradı. "Aynı anda iki yerde birden bulunmam gereken zamanlar olacak. Gün gelecek, yerini doldurmak konusunda güveneceksin bana."
*****
Eva, başını geri atmış, öpücük bekliyordu. İstediğini verdim ona ve o geri çekilmeden burnumu burnuna sürttüm sevgiyle.
"Karşına çıktığım için çok şanslısın." Suyu bana geri verdi. "Daha fazla bekar kalsaydın başına daha ne dertler açardın, bir düşünsene."
"Sen ömrümün sonuna kadar yetecek bir dertsin zaten."
Arash'a veda edip çıktı. Arkasından baktım, gittiğini görmekten nefret ederek. Scott'ın yanından ona el sallayarak geçip gözden kayboldu.
"Eva'nın kız kardeşi var mı?" diye sordu Arash, her ikimiz de yeniden otururken.
"Hayır, türünün tek örneği o."
*****
Onu bu kadar mutlu ve gevşemiş görmek şaşırtıyordu beni. Gideon Cross'u hep bir fırtına olarak düşünmüştüm. Şimşek, gök gürültüsü, aynı ada hem tehlikeli hem heyecan verisi olabilen vahşi bir güzellik... Bir kasırganın burgacı gibi zar zor kontrol edilen bir şey.
Şu anki halini ise fırtınadan sonraki sakinlik olarak tanımlardım ve bu onu daha da büyük bir doğal afet haline getiriyordu. İkimiz de... dengemizi bulmuştuk artık. Güvenli ve bağlanmış hissediyorduk kendimizi. Birbirimize sahip olmak her şeyi mümkün kılıyordu.
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder
Kitap ya da yazı hakkındaki görüşünüzü bizimle paylaşın