Tekrardan merhaba Jennifer Royce, sizinle yaptığım röportajlardan ayrı bir zevk alıyorum. Bu sefer de klasik röportaj modundan çıkalım ve İskoç Onuru’na odaklı bir sohbet edelim istiyorum. Yalnız şunu da dile getirmek isterim ki soruları tek başıma hazırlamadım. Kızlar Çetesi’nin de katkısı var bu yüzden genel olarak sorularımızı toparladım ve karşınıza geldim.
O zevk bana ait. Hepinize desteğiniz için minnettarım. Çok teşekkür ederim. Kızlar çetesi sizi seviyorum.
Öncelikle şunu sorumak istiyorum, İskoç Onuru diğer kitaplarınızda daha farklıydı ve tarihi detayları ve araştırmaları belli ki baya zamanınızı almış, donanımlı yazılmış bir kurgu hissiyatı oluşturdu okurken. Bu yüzden sormak istiyorum ki Robert De Bruce’u yazmak nasıl bir duyguydu, neler hissettirdi? Nasıl araştırmalara girdiniz? Bu araştırmaları Rob ve Lindsey hikâyesiyle birleştirmek nasıl bir zorluk ya da kolaylık çıkardı size? Sonucunda çıkan işten memnun kaldınız mı?
Robert De Bruce’nin dikkatimi çekmesi ilk olarak Cesur Yürek’le oldu. Wallace’ye ihanetine inanılmaz kızmıştım. Sonra araştırmalar ve Monica McCarty ile tanışmam süreci devam ettirdi. Görünenin arkası daha karmaşık ve derindi. Tamamen Bruce’ye yoğunlaştım. Bu araştırmalarım sırasında Bunnockborn Savaşı’yla karşılaştım. Aklımda bir İskoç kurgusu vardı ve bunun zaman aralığının Bruce dönemi olmasını çok istiyordum. Bunnockborn Savaşı’nı incelerken karşıma sık sık Keith Klanı çıkmaya başladı. Bu savaşta önemli rol oynamıştı ve savaşın gidişatını değiştirmişti. Bu defa da Keith Klanı’nı araştırmaya başladım ancak Türkçe’ye çevrilmiş çok az yazılı bilgi vardı. İngilizce’den araştırmaya başladım. Bu konuda İngilizceye hâkim arkadaşlardan yardım aldım. Bu süreç yaklaşık iki yıl sürdü. Kahramanlar yavaş yavaş şekillenmeye başlayınca ben de yazmaya başladım. Bir yıl boyunca ilk beş bölüm sürekli yazıldı ve silindi. Hiçbirinden memnun kalmadım. Ta ki bir akşam Lindsey’in normal bir kadın değil de deli bir kadın olmasının bütün kurguyu yerine oturtabileceğini fark edinceye kadar… O zaman kadar yazdığım her şeyi sildim ve en başından başladım. Gerisi çorap söküğü gibi geldi. Evet, sonuçtan ben çok memnun kaldım. İçime sinmeyen bir kitabı hiç bastırmadım. İskoç Onuru da onlardan biri ve çok daha fazla emek verildi. Umarım sizler de memnun kalmışsınızdır.
Diğer kitapların aksine bu kitabı yazmak daha zordu sanırım, nasıl oldu da böyle bir kurgu yazmaya karar verdiniz?
İnanılmaz zor bir süreçti. Yukarıda da anlattığım gibi – iki soruyu birbirine karıştırdım sanırım :) araştırma süreci ve düşüncelerimi kâğıda dökmek beni oldukça zorladı. Zorba Aşık’tan sonra bir kez daha İskoç kurgu yazmak istiyordum. Ama Zroba Aşık’tan da farklı olsun istiyordum. İlk olarak gözümün önüne Rob ve Lindsey’in şelaledeki karşılaşmaları geldi. Sadece bir sahneydi. Ben de genellikle bu şekilde olur. Bir sahne belirir. Çok canlıdır. Beni heyecanlandırır. Akabinde bu olaydan öncesini ve sonrasını hayal etmeye başlarım. Ancak bu ilk kurgulayışımda Lindsey deli rolü yapmıyordu. O fikir iki yıl sonra aklıma geldi. :)
Kitabınızdaki savaş sahneleri çok güzel yazılmıştı. Açıkçası okurken çok sevdiğimi ve o detayların oldukça tatmin edici olduğunu söylemeliyim. Sizin için o kısımları yazmak nasıl bir histi? Zorlandınız mı? Tam olarak hayal ettiğinizi okura hissettirdiğinizi düşünüyor musunuz?
Savaş sahnelerini beğenmenize sevindim. Bu sahneleri yazmaktan zevk alıyorum ve kendiliğinden akıp gidiyor. Duygular dışında gözümde canlandırabildiğim ve kurguya heyecan ve aksiyon katan sahneleri yazmaktan daha fazla zevk alıyorum. Bu nedenle belki de okurlar da gerçekçi yazıldığını düşünüyorlar. Tam olarak okura hissettirilebildim mi bilmiyorum. Buna sizler cevap vermelisiniz bence. :)
Kesinlikle savaş sahnelerinin nefes kesici heyecanını hissettirdin. Hiç şüphen olmasın :)
Kitap karakterlerinin özellikle ana karakterler dışındaki karakterlerin isimleri çok çeşitliydi. Genelde popüler olan ya da kitaplarda sıklıkla duyduğumuz isimler değildi. İsimleri neye göre belirlediniz? İsim belirleme zamanınız nasıl geçti? Eğlenceli miydi yoksa stresli miydi? İsimlere okurun nasıl tepki vereceğini düşündünüz mü?
Benim bir kurguya başlarken en zevk aldığım kısım kahramanlarıma isim arama sürecidir. Şöyle düşünürüm. Bir anne baba bebeklerine en güzel ve en anlamlı ismi ararken heyecanlıdır. Bende de durum tam olarak bu. Yüzü ve adı olmayan karakterlerimi somut hale dönüştürmek, onlara isimler bulmak saçma ama beni en fazla mutlu eden kısımdır. Bu kısmı duyduğunuzda bana deli diyebilirsiniz. (hahah :)) Alfabeyi baştan sonra yazdığım bir defterim var. Kahramanlarımın isimlerinin hangi harfle başlamasını istediğim ya da kullandığım isimleri yazdığım bir defter… Bir de özellikle beni cezbeden harfler var. O harflerle başlayan isimleri çok severim. Mesela J harfi :) Ya da hepsini inceleyip aaa bu harfle hiç karakterim yok değdim zamanlar olur. Sonrasında o harfle başlayan isimleri arama süreci başlar. En sevdiğim ismi -ve tabi ki anlamı da güzel olmalı- belirlerim. İskoç Onuru’nda Robert the Keith ve Bruce zaten yaşamış karakterlerdi. O kısımda zorlanmadım. Lindsey ise Kuzey İskoçya’da Lindsay isminde bir bölge var oradan çağrışım yaptı. Geriye kalan bütün isimler gerçekçi olmasını istediğim için geçmiş dönemde kullanılan İskoç isimlerinden özellikle seçildi. Bu isimleri okurlarımın da en az benim kadar seveceğini düşündüm. Umarım öyledir.
Rob karakterini evli bir karakter yazmak ve sonrasında gelenler açıkçası beklemediğim bir şeydi ki biliyorsunuz ki genelde bekâr lordları okumayı ve ilk aşklarına o şekilde sahip olmalarına alışmıştık bu tür bir detay nasıl geldi aklınıza?
Rob karakteri neden evliydi? Güzel soru… Sebebi de şu: Hemen hemen okuduğum bütün İskoç kurgularında kadın ve erkek karakterimiz bir şekilde zorunlu olarak evleniyor ve önce tutku sonra da aşk geliyordu. Ben bir farklılık istedim. İstedim ki erkek ve kadın kahramanımızın önünde büyük bir engel olsun. Zorunlu evlilik ikisi arasında olmasın. Bu da doğrudan eğer erkek karakterimiz evliyse olabilirdi. Neden olmasın dedim. Çok büyük bir farklılık yaratacaktı. Böylece bu detay ortaya çıkmış oldu.
İskoç Onuru’nu yazdığım dönemde bir film izliyordum. Orta çağda cadılıkla suçlanan kadınların başına gelenlerle ilgili bir konusu vardı. Kadınların diri diri yakılmasından çok etkilendim ve günlerce etkisinden çıkamadım. Sonra Lindsey gözümün önüne geldi. Bu kadar çılgın olan ve deli rolü yapan bir kadının o dönemde bir şekilde tepki toplayacağı aklıma geldi. İnsanların onun ruhunu şeytana satmış bir cadı olduğunu düşünmeleri çok mantıklıydı. O çağda bu düşünce kesinlikle olasıydı. Benden bu düşünceden yola çıktım. Bir diğer düşüncem de o dönemde kadınların yaşadıklarıyla ilgili bilgi vermekti. Gerçekçi aktarabildiysem ne mutlu bana. Teşekkür ederim.
Hazır Lindsey demişken, onu deli leydi olarak yazarken çok eğlendiğinizi düşünüyorum. Onu o şekilde yazmak nasıl bir duyguydu? Herkes sağlıklı karakterleri yazıyor ama böyle bir karakteri yazmak zor olsa gerek ama aynı zamanda eğlenceli olmalı değil mi? Okurken biz çok eğlendik :)
:) Lindsey karakterini yazmak hem çok zor hem de çok eğlenceliydi. Zorluğu: o çağda deli rolü yapan bir kadın neler yapmalı nasıl davranmalıydı sorusuna cevap bulabilmekti. Yapabileceklerinin bir sınırı olmalıydı aynı zamanda kadın olarak da sınırları olmamalıydı. Dengelemek çok zordu. Çok eğreti olmaması için uğraşmam gerekti. Kadın karakterin üzerine oturmayan bir rol kesinlikle sırıtacaktı ve inandırıcılığını yitirecekti. Gülmekten yazamadığım zamanlar olduğunu itiraf etmeliyim. Özellikle Sloan’ın tepkileri beni çok eğlendirdi.
Belki biraz spoiler içerikli olacak ama Lindsey’i ölü göstermek kitabı yazmaya karar verdiğinizden beri planlı bir şey miydi yoksa kurgunun akışında mı gelişti?
Lindsey’in ölü olması kesinlikle kurgunun akışında gerçekleşti. Bir noktada geçmişe bir sünger çekilmesi gerekiyordu. Yeni bir bölüm başlamalıydı. Lindsey yeniden doğmalı Rob ona âşık olduğunu anlamalıydı. Ayrıca güçlü bir adamın aşk acısı çekmesi bu aşkla ilgili gerçekçiliği arttıracaktı. Yanma sahnesi bana bu fırsatı sundu. Kitap iki kısımdan oluştu. Birinci kısım Lindsey ve delilikleri ayrıca aşk ve tutku, ikinci kısım Lindsey’in normal bir kadın ve anne olması, aşk için çekilen büyük acılar, tutku ve aşk…
Hazır Lindsey’in ölümünden bahsetmişken sormazsam içimde kalır Adaire ve Ranald’ın sonu planlanmış bir şey miydi? Yoksa bu detaylar kurgunun gidişatı ile mi ortaya çıktı? Adaire gibi bir karakteri yazmak nasıl bir duyguydu? Okurken çok fena sinir harbi yaşadım siz yazarken neler hissettiniz?
Adaira’nın Lindsey’in yakılması olayında başrolü oynamasının ve elbette Ranald’ın yaptığı onca kötülüğün cezalandırılması gerekiyordu. Bu hem okuru hem de beni memnun etmeliydi. Adaira karakteri yazdığım en sinir bozucu karakterlerden biri kesinlikle. Ama o olmasaydı ya da Ranald, bu kurguda pek çok boşluk kalacaktı. İkisinin sonu kurguya bağlı olarak gelişti. Beni de memnun ettiğini söylemeliyim.
Adaire’i hiç iyi bir karakter olarak düşündünüz mü? Tamam Rob ile evlenme şekli pek hoş değildi belki ama yine de bir şansları olabilirdi sanki… Hiç onların evliliklerinin iyi bir tarafı olabileceğini düşündünüz mü? Ya da Rob ile Lindsey’in aralarından asaletiyle ayrılabilme potansiyelini düşündünüz mü?
Adaira’yı bir ara iyi bir karakter olarak düşünmedim değil. Ancak kurgu öyle bir tıkandı ki aylarca içinden çıkamadım. Olmadı yani… Ayrıca Adaira’nın iyi olması, asaletiyle ikisinin arasından ayrılması asıl karakterlerimi benim gözümde ve okurun gözünde düşürecekti. Laf aramızda karakterlerimin sevilmediği düşüncesinden pek hoşlanmıyorum. Özellikle ben bu kadar severek yazmışken… (hahhaha :))
Hazır kötü karakterlerden bahsederken babası hayatının kahramanı olan bir kız evlat olarak sormak istiyorum, Lindsey’in babası gibi bir karakteri yazmak… Nasıl bir histi? Okuduğum kitaplarda böyle babaların varlıkları beni hem çok şaşırtır hem de etkiler bu yüzden bir babanın evlatlarına özellikle de kızlarına böyle davranabilmesi… Bu detayları yazmak nasıl bir duyguydu?
Babasına aşık biri olarak da bana zor geldi böyle bir baba karakteri yazmak. Hatta ilk başta çok fazla detaya girmeden yazdım. Geri dönüp okuduğumda Lindsey’in böyle bir role bürünmesinde Carlton’un daha net ve açık bir karakterde olması gerektiğini fark ettim. Detayları sonradan ekledim ve açıkçası çok zor geldi. Her şeyden önce Lindsey’le empati yapmak beni zorladı. Bir genç kızın babası nedeniyle yaşadıkları katlanılamazdı. Özellikle Lindsey’in karakterinde bir genç kızın böyle tepki vermesi kaçınılmazdı.
Şimdilik Lindsey ve Rob ile kötü karakterleri bir kenara bırakarak Sloan’a doğru gidelim istiyorum. Sloan’a hiç mi acımadınız? Deli leydiyle kısa süreliğine de olsa nişanlanmasına hiç mi acımadınız?
:) Sloan yan karakterdi. Cesur ama şapşik, sevimli bir tip… Lindsey gibi bir karaktere karşı koyabilmesi imkânsız. Amacım da zaten Rob ve Lindsey’in arasındaki tutku ve aşkın arasına giremeyecek, girmeye cesaret edemeyecek bir karakter yazmaktı. Yazarken o deliliklere verdiği tepkilerle beni de oldukça eğlendirdi. Acıdım elbette ama Sloan oturup kendine üzülecek ya da acıyacak bir tip değil. Biraz boş vermiş, Lindsey’den kadın olarak değil, deli leydi rolünden etkilenen, ağabeyinin kanatları altına aldığı birazcık çocuksu bir adam.
Sloan’ın nişanlısı Lindsey ile ağabeyi Rob arasındaki ilişkiye sert tepki verecek şekilde hiç düşünmüş müydünüz?
Sloan karakterinin rolü en başından belliydi. Standart tepkileri vermeyecek biri olmalıydı. Eğer sert tepki verseydi olay iki kardeş arasında aynı kadına duyulan tutkuya doğru kayarak klasikleşecekti.
Bir de Sloan’la ilgili son bir soru daha soralım, onun da bir hikayesi olacak mı? Bence olmalı ve benim gibi düşünen okurlarınız da vardır. Ona da bir kitap yazmayı düşünüyor musunuz?
Hımmm, bu soru İskoç Onuru basıldıktan sonra sık sık karşıma çıkmaya başladı. Aslında yazmayı düşünmemiştim. İskoç Onuru tek kitapla bitecekti. Ama okurlar zihnime sızmaya başladı. Ara ara Sloan’a bir kurgu yazsaydım nasıl olurdu diye düşünmeye başladığımı fark ettim. Belki ilerleyen zamanlarda kim bilir, Sloan’ın hikayesi beni de yaz diye dürtmeye başlar :)
Umarım dürter ve aklınızda İskoç Onuru gibi eşsiz bir hikaye belirir Sloan için :)
Güzel şeylerden bahsedelim artık, Rob’un aradığı su perisinin burnunun dibinde olduğunu anladığında aklından neler geçti? Bize anlatır mısınız?
Düşünün, bir kadınla karşılaştınız, ondan çok etkilendiniz, ortadan kayboldu, onu takıntı haline getirdiniz, aradınız ama bulamadınız. Bulamadığınız her an meraktan ve tutkudan çılgına döndünüz. Sonra bir gece bir de bakıyorsunuz ki aradığınız kadın haftalardır yanı başınızda, üstelik de yaptıklarıyla sizi öfkeden deliye döndürmüş. Bence Rob’un ilk aklına gelen düştüğü utanç verici durum, bir kadın tarafından oyuna getirilmek ve küçük düşürülmek- ki Rob gibi zeki bir adamın yerine kendinizi koyun - öfkeye boğulmasına neden oluyor. Yaptıklarını ödetmek isterken aynı zamanda aradığı kadını bulmuş olmaktan doğan bir sevinç de var. Diğer yönden Lindsey’in bir İngiliz casusu olma durumu var ki bu Rob’u kapana kısılmış hissettiriyor. Her şeye rağmen onu istemekten kendini alamadığı için kendine de büyük bir öfke duyuyor.
Rob’un hayatının aşkı kaybettiğini düşündüğü zaman onun cennetini yakarken yazmak… nasıl bir duyguydu? Ben okurken oldukça etkilenmiştim ve ciddi anlamda yüreğim acıdı resmen.
Rob’un gerçek aşktan doğan acıyı tattığı o anlar aslında bize onun aşkının büyüklüğünü de göstermeliydi. Eğer Rob o acıyı gerçekten çekmemiş olsaydı Lindsey’e duyduğu aşk okur gözünde gerçekliğini yitirecekti. Uzun aradan sonra bir karakterimin yaşadığı duygular nedeniyle yazarken ağladım. Rob’un duygularını aktarırken eşime duyduğum aşk ve onu kaybettikten sonra yaşadığım duygusal çöküntüyü yansıttım aslında. Bu da ilk defa size açıkladığım bir durum.
Bana göre yazdığım en orijinal ve en iyi sahnelerden biriydi kilisedeki o nikâh. Çok az cümleyle aktarabildiğim çok eğlenceli bir sahneydi. Aynı zamanda Lindsey ve Rob’un farklılığını da vurguluyordu.
Sloan ile Rob’un bir konuşması vardı Lindsey’in vatan hainliği ile ilgili konuşmalarında, Sloan’a ona kapılmamasını söylerken Sloan, asıl Rob’un kendisini kurtarmasını söylediği bir sahne vardı. O sahnede Rob’un neler hissetti ve yazarken siz neler hissettirmek istediniz?
Sloan bu cümleyi söylediğinde Rob çoktan Lindsey’e kapılmıştı. Yani kardeşi bu uyarı için çok geç kalmıştı. Vatanını çok seven ve bu uğurda her şeyi yapabilecek bir adamın sınanmasıydı aslında Lindsey. Rob bu sınavı belki de olabilecek en iyi durumuyla idare etti. İstediği kadın bir taraftaydı, diğer tarafta da onun bir casus olması durumu vardı ki Lindsey yaptıklarıyla onun bu kuşkularını doğruluyordu. Yaşadığı ikilem ve kısıldığı kapan Rob’un karakterindeki bir adam için öfke ve çaresizlik duygularını tetikliyordu. Her ne kadar casus olduğu doğrulanınca onu Bruce’ye teslim etmek ve idam edilişini kabullenmek zorunda olduğunu düşünse de içten içe onu kaybetmemek için elinden geleni yapacağını da biliyordu.
Hepimiz Lindsey’in yaşadıklarından sonra öldüğünü düşünmüş ve bir sürpriz beklemiştik. Siz de bu sürprizi yaptınız ve güzel bir bomba patlattınız. Açıkçası ne Lindsey’in o şekilde kurtulmasını ne de küçük bir bebeği beklemiyorduk. Bunu yazmak nasıl gelişti? Genelde Rob’un gidip Lindsey’i kurtarmasını falan yazmanız klasik bir hareket olurdu ama siz bambaşka bir şekilde ilerlettiniz kurgunuzu nereden geldi aklınıza? O sahneyi okurken ben inanılmaz tatmin oldum ve istediğim işte buydu dedim. Siz neler hissettiniz?
Bu kurguya başlarken en başından beri düşündüğüm tek şey klasik kurguların dışında olmasını istediğimdi. Karakterlerin beklenmeyen davranışları, olayların gidişatında beklenenin olmaması, diyaloglar ve yan karakterler hepsi sadece bu kitaba özel olmalıydı. Bu nedenle yangın sahnesi özellikle Rob’un uzakta, savaşta olduğu bir anda gelişmeliydi ki müdahale edemesin. Kaybını çok geç fark etsin. Rob Lindsey’i kaybettiğini düşünürken, onların yeniden bir araya gelebilmeleri için çok güçlü bir faktör olmalıydı. Bu da ancak bir bebek olabilirdi. Çünkü Lindsey aldığı yaralarla asla Rob’un karşısına çıkmazdı.
Bu gelişme sizleri tatmin ettiyse beni de fazlasıyla tatmin etmiş demektir.
Fazlasıyla tatmin etti, okuduğum kitaplarda şaşırtılmayı severim ve bunu bana kitap verdi :)
Kitap bir sürü klişeden uzaktı ve farklılıkları da bunu ortaya koyuyordu. Bu tür bir kurguyu yazmak nasıl bir his?
Zorlayıcı, tatmin edici, kendimle olan savaşı kazandığım anlamına geliyor. Yazmak benim kendimle olan yarışım. En iyisini nasıl yazabilirim, yazabilir miyim, yapabileceksem o zaman yazmalıyım gibi pek çok düşünceyle kendime işkence çektiriyorum. Sonuç okurların yorumlarına bağlı. Onlardan gelen güzel övgüler her şeye değdi diyerek beni mutlu ediyor.
Ahh bir de Rob çok acı çekti. Lindsey’in öldüğünü düşündüğü kısımda özellikle…karakterler acı çektirmekten hoşlanıyor musunuz? Yoksa yazarken siz de üzüldünüz mü?
Aşkı acı çekmeden kazanamazsınız. Kazansanız da bana göre değeri düşüyor. Özellikle kitap karakterlerinde biz yazarlar aşkı okurun hissetmesi gerektiğine inanıyoruz. Hiç çaba gerektirmeyen, hiçbir zorluğa göğüs germeyen, acıyı işlemeyen aşkları hem okur hem de yazan basit bulur. Evet, karakterlerime acı çektirmekten ve bu acının sonunda sevdiği insanın değerini anlamasını sağladığım kurgulardan hoşlanıyorum. Özellikle erkeklerin- güçlü erkeklerin- acı çeken âşık hallerine bayılıyorum. (hahaah :))
Bir şey itiraf edeyim mi? Ben de öylesine güçlü erkeklerin bir kadın karşısında böylesine zayıf olmaları, aşkları uğruna böylesine zayıflamaları, acı çekmeleri benim de aşırı hoşuma gidiyor :)
Artık sorularımı bitirirken son bir şey daha sormak istiyorum, bu tür yani tarihi savaş detayları olabilecek etkileyici aşk hikâyesi daha yazmayı planlıyor musunuz? Bruce’un konu olacağı bir hikâye?
Sorduğunuz türde iki kurguya başladım ancak ne zaman biter bilmiyorum. Henüz düşünme aşamasında, -belki birkaç bölüm yazmış olabilirim :)- Bruce olan bir kurgu yazar mıyım bilmiyorum. Yukarıdaki sorulardan birine cevap verdiğim gibi belki bir gün Sloan’ın hikâyesini yazmaya karar verirsem yeniden Bruce’yi okuma imkanı bulabiliriz.
Bana zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederim. Çok severek okuduğum yazarlardan birisiniz, yeni kitabınızı heyecanla beklemedeyim. Umarım onun için de böyle bir heyecanlı sohbet yapabiliriz.
Asıl ben bana zaman ayırdığınız, bu güzel soruları hazırladığınız için çok teşekkür ederim. Güzel yorumlarınızla beni onurlandırdığınız için ise son derece müteşekkirim. Sizinle sohbet etmek büyük bir zevk. Her zaman beklerim efendim. :)
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder
Kitap ya da yazı hakkındaki görüşünüzü bizimle paylaşın