11 Şubat 2024 Pazar

0 ALINTILAR // Özge Naz - Bronz II (Bronz #2)



  Kitabın yorumu için tıklayınız!






"Uzak dur."

Daha fazla yaklaşmama izin vermedi. Onu dinlemeyip yüzsüzlüğüm tuttuğunda, "Hisar, dokunma!" diyerek sertçe konuştu. Sonuç olarak kızının bu halde olmasının nedeni bendim; aynı şekilde babasının da. "Üstelik ne var ne yoksa çıkar. Mümkünse kendini bağla.

Koyu bakışlarımı ona kenetledim. "Ben tehlike saçmıyorum, Bronz." Issız bir mırıltıyla dudaklarımdan döküldü.

"Sen tehlike saçmıyorsun zaten!" Haykırışı kulağımı sağır edecek türdendi. "Sen tehlikesin, Hisar! Tehlikesinin ta kendisisin!"


*****



"Günlük dışında senden istediğim bir şey yok."

"Sadece günlük olamaz," dedi. "Yüzümü gördün, yıllardır aradığın adam karşında, ne istiyorsun ondan?" diye sorarken yüzümü dikkatle izledi. "Bronz'da aradığın ne?"

Ona direkt olarak söyleyemezdim. Bunu yapabileceğine inanmam lazımdı. Kendimi kimseye açmamıştım ve ona bun söylersem kendimi açtığım ilk kişi olacaktı.

"Buna keisn olarak bir cevabım yok, birkaç teorim var ama hepsi birbirinden saçma!" dedi. Ne düşünmüştü ki? Güm için? Para için? Yükselmek için? Kart için? Ben hepsine zaten sahiptim. Hiçbiri değildi.

"Umarım kesin bir cevap bulursun," dedim.

"Beni nereden aradığını söyle," dedi ısrarcı bir tavırla. "Bunu senin dudaklarından duymak istiyorum."

Anı kararlıkla, "Hayır," dedim.

"Hisar!" dedi sertçe. "Bana seni öldürmemem için tek bir neden söyle!" diye devam ettiğinde kolumu avuçlarının arasına alıp sıktı. "Benim seni yaşatmak için hiçbir nedenim yok! Öldürmek için sana yüz tane neden sayabilirim ve saydıktan sonra da kendi kafana sıkacağın aşikar!"



*****



Sıcak nefesi şakağıma düşerken, "Sana," dedi. Ateşte bir parça olduğunu düşündüğüm parmakları boynumu yakaladı. "Hiç hissetmediğin duyguları bile hissettirebilirim, Hisar."

Ona küvete çekerek tuzağa düşen asıl ben olmuştum. Gözlerimi kapatıp anın etkisiyle başımı tamamen geriye attım. Kısık kısık çıkan nefes seslerim onun daha sert baskı uygulamasına neden oluyordu. Parmakları tenime işkence ediyordu. 

"Ama yapmayacağım."

Gözlerimi açtığımda az önce üzerinde olduğumu hissettiğim bulutlar yok olmuştu. "Çünkü ben öyle bir adam değilim," dedi Bronz. "Duygularla oynamak bana göre değil."



*****


"Gerçek olmayacak kadar..." Elinin tersini yanağıma yavaşça sürttü. "Tehlikeli."

"Sen bu tehlike için kendini yok etmeye hazır olacaksın," dedim ellerimi başının iki yanına koyarken. Yüzüne eğilip kulağına doğru nefesimi üfledim. Kalbimin gümbürtüsü odanın içinde devriliyordu. Kesik kesik çıkan nefeslerim onun bedeninde ayrı etki yaratırken dikkati dağılmak üzereydi. 

"Uğruna," dedi Bronz. Sert bir soluk aldı. "Uğruna her şey yok edilebilir."



*****


"Bazı insanlar..." Elbisemin düğmelerini açmaya başladı. "Bazı insanların kıyameti olur." Göğüs arama değen parmakları sıcak olmasına rağmen titredim. "Ve sen benim kıyametim olacaksın."

Zihnimin içinde bozuk plak gibi tekrar edilen cümleler beni tetikledi. Aklıma düşen kelime, her bir şeyin başlangıç hem de bitiş noktası gibiydi. 

Kıyamet.

O bir kıyamet Haris ve ben onu doğurmak istemiyorum.

Kıyametsin, hepimizin sonu olacaksın.

Kıyamet.

Zihnine karşı koy, His.

Bizim sonumuz olan bir kıyamet başlattı. Üstelik bunu yapan onun dudaklarıydı. Onun dudakları. Kıyamet.

Bronz'un kehribar gözleri dudaklarımda takıldı. Dokunmak için yandığım dudaklarını araladı. Fakat daha fazla konuşmaması gerekiyordu. "Dudakların en büyük kıyametim. Ve ben bu kıyamete karşı çıkamıyorum."

Bileğimi tutan parmakları bollaştı. Onun pantolonundan arakladığım emniyeti kapalı silahı alıp namlusunu ona doğrulttum. "Öldün, Bronz."



*****


"Son," diye fısıldadığında bakışlarını dudaklarımdan çekip gözlerime dikti. "Benim sonum."

Havluyu çekerek boynunu serbest bıraktım. "Neden sonun olacağımı düşünüyorsun?" diye sordum. 

"Çünkü başlangıcım değilsin, Hisar."

"Olmak da istemezdim sanırım," derken gözlerime anlamsız bir şekilde baktı. "Başlangıcın." Kaşları daha da çatıldı. "Çünkü başlamana neden olan herkes ölmüş."

"Sen kendini bir şekilde yaşatırdın," dedi. 



*****


"Bana ne zaman Yasmin diyeceksin?" dedim meraklı bir vurguyla. Tanıştığımızdan beri ağzından hiç kendi adımı duymamıştım. 

"Bana seni seviyorum dediğinde," dedi. Bardağını kafasına dikerek son rakısını yudumlamıştı. 

"Biliyorsun..." diye fısıldadım. Biliyordu, bilmeliydi. Bilsin istiyordum.

"Biliyorum ama senden hiç duymadım," derken ona yaslı olduğum için bedenindeki kasılmayı hissettim. Kalbi gereğinden fazla atıyordu. "Söylemeden beni terk etmeyeceksin, değil mi?"

"Ne?" dedim yoğun bir şaşkınlıkla. Yaslandığım yerden doğruldum. Yüzlerimizi aynı hizaya getirirken, ciddi olup olmadığını anlamak için çehresini odağıma aldım. "Onu nereden çıkardın, Sanaç?"

Bakışlarını benden kaçırmak üzereyken çenesine parmaklarımı yasladım ve yüzünü sabit tuttum. Hıçkırdı. Gerçekten sarhoş olmuştu ve içinden geçen her şeyi söylüyordu. "Sana davetteyken, 'Sen, sen olacaksın. O zaman biz olacağız' dediğimde bana çok kötü baktın. Olmayacak mıyız?" diye sorduğunda, kelimelerinden kan sızıyordu. "Olamaz mıyız?" derken dili aksi için her an yalvarabilirdi. "Olalım..."

Elini kaldırıp saçlarımın üzerinde koyduğunda avuçlarının sıcaklığı saç diplerime aktı. Yavaşça okşarken saçlarımın üstüne dudaklarını bastırdı. "Ben bekleyeceğim. Sapsarı olsunlar," dedi. "Söz." Tekrar öperken hem dudağından hem de ruhundan yemin akıyordu. "Hem de Valacan sözü!"



*****


"Bana, kadınlar konusunda çok dikkatli olmamı söylerdi. Gülüşlerine asla kanma, derdi. Seni bir gülüşe tav edebilir, uğruna her şeyi yok edebilirsin."

Bronz birinin gülüşüne kanacak biri değildi. "Dedeni dinliyor olmalısın," dedim tabloya bakmaya devam ederken. Dedesinin bahsettiği her şeyin yalandan ibaret olduğunu bilse, neler olurdu kim bilir... 

"Dedemin senin gülüşünden haberi yok," dedi kalbimi kesen bir keskinlikle. "Haberi olsaydı, seni söylediklerinin dışında tutmak zorunda kalırdı."

Kaşlarım duyduklarımın etkisiyle havalandı. Vücut ısım aniden yükseldi. "Gülüşüm uğruna her şeyi yok edersin yani?"

"Dedem yaşasaydı seni onunla tanıştırmak isterdim." Bakışlarını tabloya çevirdi. ve sakince konuşmaya devam etti. "Bir gülüş uğruna her şeyi değil, kendini bile yok edeceğini göstermek için..."

İşte bu büyük bir laftı. Yüzümde oluşan ifadeyi görmediği için rahattım fakat bedenimin kasılmasına engel olamamıştım. Gülüşüm uğruna her şeyi değil, kendini bile yok edebilecek bir adamla karşı karşıyaydım. 

"Gülüşüm için kendini bile yok edebileceğini söylüyorsun ama gülüşü için kendini yok edeceğin kadına bir kere bile gülmüyorsun."



*****


Tuttuğum elini göğsüme koydum. Bunu neden yaptığımı anlamamıştı. Elimi daha fazla hareket ettiremedim. "Astım," dedim bakışlarımla ceketimi işaret ederken. "İlacını kullan. Gaz seni de etkiledi. Nefessiz kalacaksın, Hisar."

Kirpikleri titredi. Bunu söylememi beklemiyor olacak ki yoğun bir nefretle, "Bu durumda bile beni düşünemezsin," dedi. Kafasını iki yana salladı. "Bu durumda bile beni düşünme Bronz!"

"Birinin seni düşünmesi gerekiyor."

"O sen olma, Bronz," dedi acıyla. "O sen olma. "



*****


"Benden artık gidemezsin, Hisar," dedim kısılan ses tonuyla, dudaklarımı geri kapattım. "Bizim yollarımız yalnızca birbirimize çıkıyor."

"Bizim," dedi yutkunarak. Havayı soluyan bendim, konuşamayan oydu. "Bir yolumuz bile yok, Bronz."

Hiç düşünmeden, "İstersen olur," dedim. "İstemedin."

"Sen de istemeyeceksin," dedi. "Sen de artık isteyemezsin. Benim kim olduğumu artık bilmiyor musun?" diye sordu cılız çıkan sesiyle. Sesi değil, Kalbi ağlıyor gibiydi. "Kiminle ortak olmak istediğinin farkında değil misin Bronz?"

"En başından beri biliyordum," dedim ciğerlerime yapışan havadan dolayı öksürürken. "En başından beri farkındaydım, Hisar."




 

 

 

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder

Kitap ya da yazı hakkındaki görüşünüzü bizimle paylaşın