Arkadya Yayınları'nın en son incisi, gözdesi, okurun kalbine dokunup yer bırakacak hikayesi Gümüş Serçe yorumuyla karşınızdayım.
Yayınevinin bu tür kurgularını seviyorum. Yani historical fiction içerikli hikayelerini. Özellikle normalde tarih okumayı sevmeyen biri olarak tarihin kurgulanarak okura anlatılmasını çok seviyorum.
Bir de 2. Dünya Savaşı'nda Nazileri'in yaptıklarını ve Auschwitz Toplama Kampı hikayelerine değinen kurguları ayrı bir seviyorum. Durum bu olunca da kitaplar radarıma takılıyor ve okumadan asla rahat edemiyorum.
Gümüş Serçe'de öyle bir kitap. 2. Dünya Savaşı sırasında Fransa'da terzi olarak çalışan üç genç kadının yaşadıklarını müthiş bir kurgu olarak okura sunuyor. Tam da bu okurun en sevdiği şey...
Kitabın kısaca konusuna değinmek gerekirse; Harriet, annesinin intihar etmesinin travmasını atlatamayıp, babasının yeni evliliğini ve ailesi arasında kendine yer edinemediğini düşünen genç bir kadındır. Annesinin kendisi için sakladığı hatıra kutusunun içinde büyük annesi ve iki arkadaşına dair bulduğu eski bir resmin üzerine ve içindeki işine dair yaptığı heyecanla Paris'e gider. Ortadaki staj başvurusu kabul edilip de bir sene orada çalışmaya başladığında büyükannesi Claire ve iki arkadaşının geçmişini de araştırmaya başlar. Orada ev arkadaşı Simone'de o üç kadından birinin torunudur. Mireille'in torunu... Simone, Harriet'e o üç genç kadının geçmişini anlatmaya başladığında bütün gizem ortadan kalkarken Harriet'in içinde bastırdığı, gün yüzüne çıkan korkuları, endişeleri de kendin gösterirken aslında bütün bu karanlık duygularının hayatını nasıl bastırdığını keşfeder. Bir yanda kendi hayatını yoluna koymaya çalışırken diğer yanda da o üç genç kadının geçmişlerini öğrenmeye heveslidir. Claire, Mireille ve Vivienne ise 2. Dünya Savaşı sırasında Paris'te bir terzinin yanında çalışmaktadırlar. Nazilerin yaptıkları zulme karşı kendi halkı için direnişçilere destek olan bu üç kadının yaşadıkları, neler çektikleri ve haklarındaki gerçek ortaya çıktılarında neler yaşadıkları, toplama kampında neler çektiklerini okurun gözünün önüne seriyor. Bütün bunların yanında da ülkeleri için ve kendileri için nasıl savaştıklarını da okuyoruz. Üç genç kadının gücünü okuyoruz.
Öncelikle Vivienne'in gücüne, azmine, savaşmasına hayran kaldığımı söylemeliyim. İnançları ve inandıkları şeyler için göze aldıkları ve bu yolda kaybettikleri hayranlık uyandırıcıydı. Ki böyle hikayeler yok mu derseniz kesinlikle var.
Mireille ise... o da aynı Vivi gibiydi. Alman'lara karşı duyduğu nefret ve kendi ülkeleri için göze aldıkları sonrasında yaşananlar ve arkadaşları için endişeleri ne kadar güçlü olduğunu gösterdi.
Claire ise... belki aralarındaki en küçükleri en tecrübesizleri ve belki de bu konuda en ürkekleri olmasına rağmen onun da göze aldıkları muhteşemdi. Alman bir subay tarafından kandırılması, sonrasında Mireille ve Vivi'ye katılması, onlarla beraber direnişçiler için çalışması çok güzel anlatılmıştı. Özellikle de yakalandıklarında Mireille'i korumak için yaptıkları, Vivi ile beraber çektikleri işkenceye karşı hiçbir şey söylememeleri güçlerinin göstergesiydi.
Tabi bütün bunların yanında iki genç kadının toplama kampında yaşadıkları da... yürek burkan cinstendi.
Bütün bu acının sonunda da Mireille'in yardımcı olduğu bir pilota aşık olması, Claire'in direnişçilerin lideri olarak gördükleri bir adamdan etkilenmesi... arkadaşları Vivi'yi kaybetmeleri...
Bu tür kitaplara dair çok fazla yorum ne yazık ki yapılamıyor çünkü hikaye o kadar yürek burkan bir hikaye ki çok fazla şey söylemek ya da yazmak sanki kitabın büyüsünü bozacakmış gibi geliyor.
Bütün bu geçmişin yanında Harriet'in büyükannesi, arkadaşları hakkında öğrendiklerine verdikleri tepki ise... aslında geçmişin nasıl da etkisinden kurtulamadığını gösteriyordu. Evet, geçmiş bazen geleceğimizi şekillendiriyor bunu da bu kitapta gördük. Ancak güçlü olmak ve bazen yardıma ihtiyacımız olduğunu kabul etmek gerektiğini de burada gördük.
Her karanlığın sonunda bir aydınlık olduğunu...
Hariett'de kendi aydınlığını buldu kendi mutlu sonunu... tıpkı diğerleri gibi..
Bütün o savaşın ortasında modanın devamı, askerlerin eşleri, metresleri için yapılan moda kıyafetler ve günümüz modasında neler yaşandığına dair dokunuşlarda çok güzeldi. O kısımları da çok sevdim. Özellikle çok ünlü bir şekilde duyduğumuz modacıların o dönemlerde var olmaya başlaması da... aslında onlarında geçmişlerinde nasıl travmalar var diye düşünmeme de neden oldu.
Arkadya'nın sanırım sevmediğim kitabı yoktur. Hep benim zevkle okuyacağım kitapları oluyor. Onlardan biri daha oldu Gümüş Serçe.
Eğer ki historical fiction hikayeler seviyorsanız, 2. Dünya Savaşı hikayelerini, toplama kampı hikayelerini... ya da güçlü kadınların hikayelerini... mutlaka okumalısınız!
Şiddetle tavsiyemdir.
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder
Kitap ya da yazı hakkındaki görüşünüzü bizimle paylaşın