Vahşi kitabının devamı Uygar'ı da okudum ve çok eğlenceli sohbetlerin olmasının yanında güzel bazı aşk dolu ve savaş dolu güzel sohbetler de vardı.
Kitabı hatta seriyi sevdiğimi söylemeliyim ve bu tür kurguları sevenlere de tavsiyemdir. Cidden oldukça güçlü bir kurgu.
Akıcı, sürükleyici ve nefes kesici bir kitaptı ve bir sürü yere post it yapıştırdım. Hepsini sizinle paylaşamayacağım çünkü kitap zaten kısacık azıcık da kitaba okuma için bir şeyler kalsın değil mi? ;)
Kitap benim nazarımda 5 üzerinden 5'likti.
Şimdi sizleri alıntılarla baş başa bırakıyorum :) Ama onun öncesinde bir kere daha söylüyorum bu kitap bir seri kitabı önce Vahşi kitabını okumalısınız sonrasında da bu kitabı okumalısınız.
"Sorun ne, Val?"
"Tek istediğim Gölge'yle birlikte, yalnız yaşayabilmekti. Bir topluluğa bağlı kalmadan, kimseden emir almadan ya da birilerini korumaya çalışmadan! Hayatta kalacağımızı biliyordum. İkimizde bunu başarabilirdik." Ros'a ilk defa görme izni verdiği duygularıyla yüklenmiş gözlerini adamınkilerle buluşturdu. "Ama içimde bir yer var. Bu yer, çok küçük olmasına rağmen oraya dokunulduğunda düşünmeden hareket ediyorum. Önce iki kişi, sonra üç, beş... ve derken bir topluluk lideri oldum." Kadın başını iki yana salladı. "Şimdi de arkamda koca bir Vahşi Bölge halkı topladım." Başını tekrar iki yana salladı. "İkiye bölünmüş gibiyim. Bir tarafım hala o yalnız olma isteğiyle dolup taşan kişi... Diğer tarafımsa başladığı işi bitirmeye hevesli olmasa da mecbur olan kişi! Bunun altından kalkabilecek miyim? Bilmiyorum. İnsanlara verdiğim sözleri yerine getirebilecek miyim, bilmiyorum. Seni amacına ulaştırabilecek miyim, bilmiyorum!"
Ros, onu ilk defa böylesine güvensiz görüyordu. Bir elini, iznini alırcasına kadına uzattı. Ondan tepki gelmediğinde, eli hafifçe ensesini kavrayıp kendine çekti. Dudaklarına sert bir öpücük bıraktıktan sonra fısıldadı. "Sen bir lidersin, Val! Hem de benim gördüğüm en iyi lider."
*****
Khan'ın bakışları Ros'u buldu. "Onunla nasıl anlaşıyorsun? Bir... Doğru düzgün bir yolu var mı?"
Rosi adama sert bakışlarla karşılık verdi. Sonra da kalından geçen düşünceyi saklayamadı ve duruşunda tehditkâr bir hava belirdi. "Aklından bile geçirme! O Benim!"
Adam büyük dişlerini göstererek sırıttı. "Ya da sen onunsun!"
"Ya da öyleyim!" Sözcükler zihninden, benliğinden ve kalbinden o kadar doğru hissettirmişti ki buna kendisi de şaşırdı.
*****
Biraz zayıf ve... Can sıkıcı bir şekilde narin hissediyordu. Sanki... Kırılmış gibi! Kuru bir dal parçasının üzerine basmak gibi... Dışarıdaki kabuğu dökülüp etrafa yayılmış, toprağa karışmıştı. Gövdesindeki parçalar ise onarılamayacak kadar sertçe kırılmıştı. Ama aynı zamanda da etrafındaki her şeye zarar verecek kadar kara bir öfke ve güçlü doluydu.
Dudaklarını büzdü. "Tuhaf..." diye mırıldandı.
Gölge'den hoşnutsuz bir homurtu kazandı.
"Yanlış yaptığımı mı düşünüyorsun?" Gölge patilerini yaladı, ardından esnedi. "Sen de anlamıyorsun, değil mi?" Val iç geçirerek, "Annen, annemi öldürdüğünde de böyle hissetmiştim. Ne yapacağımı bilememiş, annenden korkmuş, olanlara razı gelmiştim," dedi.
Gölge hafifçe hırlamaya başladı. "Şimdi anlıyorsun!" Kadın sırıttı. Gölge'nin yüzüne bakabilmek için yan döndü. "Ama şu an neden korku hissettiğimi bile bilmiyorum. Hastalanmış gibi... Ama hasta olmadığımı biliyorum. Kemiklerimi ufalamışlar gibi... Ama ufalanmadığını biliyorum. Kalbimde yangın var gibi... Ama yanmadığını da biliyorum. Tüm bunları gerçekten yaşamıyorken, nasıl canım yanıyor ki?" Yüzünü buruşturdu.
"Ros'u öldürüp ortadan kaldırmalı mıyım?" Bunu bir an düşündü. Ona tüm bunları hissettiren oydu. Val, kendine zarar veren neredeyse herkesi ortadan kaldırmıştı. Ros, ona fiziksel bir zarar vermemişti. Ama bu, fiziksel zarardan daha da kötüydü. Ros'un olmadığını düşündü. Bu sefer daha da kötü hissetti. Gölge güler gibi ses çıkardığında, "Kesinlikle. Kötü bir fikirdi!" diye ona katıldı.
Gölge başını çevirip sarı gözlerini kendisine dikti. Val bu bakışın altında ezildiğini hissetti. "Ona izin verdim. Çünkü Ros'un öldüğünü düşündüğümde çok öfkeleniyorum ve bedenim sızlıyor. Ona izin verdim çünkü onun öldüğünü düşünürken karşıma aniden çıksaydı bende tıpkı Ros gibi davranırdım. Onun gerçek olduğuna inanmam için ona dokunmam gerekirdi. Onu solumam... Onu hissetmem! Ve bunu yapabilmek için herkesi karşıma alırdım."
*****
"Sana altı gece ve yedi gün veriyorum. Dikkatli ol! Çok ince ve ayrıntılı şekilde düşün. Kalbini dinle. Kendini dinle. Aklını dinle. Ruhunu duy. Bunların her biri aynı şeyi söylediğinde bana bildir. Tek bir tanesi seni dürterse yanlış yapıyorsun demektir. Bunun için asla, ama asla tamamen şeffaf olmadan karar verme!"
"Ben..."
Kadın elini kaldırdığında Ros öfkeyle dudaklarını sıktı. "Bu süre içine benime asla yan yana gelmeyeceksin. Hiçbir şey için. Burada kamp kuracağız. Diğer beyliklere ve krallıklara pusulalar yollayacağız. Ama tüm bunların kararlarını ayrı ayrı vereceğiz. Sen, Zek'e düşüncelerini söyleyeceksin, o da bana iletecek. Ben Ale'ye düşüncelerimi söyleyeceğim ve o da sana iletecek. Ve sen, bu arada benim olmak isteyip istemediğine karar vereceksin. İkinci defa kafa karışıklığına müsaade etmem, Ros. Bu, sana hediyem." İşaret parmağını alnından burnuna ve oradan dudaklarına doğru usulca, her nasıl başarıyorsa bedenini titreten bir izledi. "Kararını verdiğinde seni bekliyorum."
Geriye doğru adımlar atmaya başladı.
"Beni dinlemelisin!"
Val başını iki yana salladı. "Altı gece ve yedi gün! Ancak ondan sonra dinleyeceğim." Kadın umarsızca sırıttı. "Omzun için de Ale'yi görevlendireceğim. Bu işe çok sevinecek."
Ros bir adım attı. Fakat Val çoktan gözden kaybolmuştu bile. Genç adam dişlerini sıktı. "Altı ece ve yedi gün mü?" Burnundan sert bir nefes verdi. "Aptal kadın! Seni, o kadar uzun süre hissetmemeye dayanamayacak kadar çok seviyorum."
*****
Gözleri çevrede, insanların üzerinde ve ağaçların, evlerin etrafında şöyle bir dolandı. Hafifçe gülümsedi. Kendisine bakıyordu. Bunu biliyordu. Sanki Val'in gözleri ona dokunuyordu. Kendi etrafında hafifçe dönerek onu ararken, gülümsemesi genişledi. Çünkü o anda Val'ın kendisini fark etmesiyle şaşırdığına emindi. Val işte bunu anlamıyordu. Ros sadece onunla yan yana yürümüyordu. Aslında artık yan yana bile değillerdi. İlerledikleri yolun bir yerinde yol daralmış, onlar artık yan yana değil, iç içe olmuşlardı. Bedenleri ve belki de ruhları da birbirinin içine geçmişti.
*****
Val sırıttı ve Ros'tan bu gülücükle şaşkın bir bakış kazandı. "Bu andan itibaren tüm yükü senin omuzlarına bıraktığıma göre, ben tavuklarımı yedikten sonra dişlerimin arasındaki etleri, otların üzerine uzanırken sıyırabilirim."
Ros başını iki yana salladı. Tehditkar bir duruş sergilerken, "Attığım her adımda, yediğim her yemekte, aldığım her kararda, uyurken ve uyanıkken... Zihnimin içindeyken bile yanımda duracaksın, Val!" Kadının göğsüne yapıştı ve onu hafifçe kendisine çekti. "Hiç konuşmasan, hareket etmeden ve o güzel zekandan beni mahrum bırakmasan bile yanımda olacaksın!"
*****
Derin bir iç çekti ve tüm durumu ele aldı. "Pekala, onunla karşılaşmak için sabırsızlanıyorum." Gözlerini Zek'e dikti. "Yakışıklı mı?"
Ros, "Val," diyerek resmen hırladı.
Zek, dişlerini ortaya sererek onlara baktı. "Baktığında güzelliğinden gözlerin kamaşacak!"
"Zek!" Ros bu defa Zek'i öldürmek istermiş gibi bağırıyordu.
"Harika! En azından onunla görüşürken sıkılmayacağım!"
"Önderliği bana bırakana da bakın!"
"O zararlı öfkeden kurtulduğun anda sözü sana bırakacağım!" Val, ona üzerinde düşünmesi için bir şeyler vermişti. Fakat Ros tamamen başka bir yerde gibi görünüyordu.
"Onunla görüşürken gözlerini bir deri parçası ile bağlayacağım! Kahretsin, Val. O gerçekten çok yakışıklı! Aynı kişiye talip olduğumuz kadınların çoğu onu seçiyordu!"
Val bir kahkaha attı. "Kendimi kaptırmamaya çalışacağım!"
*****
Val'ın tek eli tarağa dokunmak için başının üzerine ilerlerken, Ros aynı anda ikinci tarağı taktı. Daha sonra bir ölüm şarkısına dönüşecek olan çıplak, uzun ve zarif parmaklar parıldayan tarakların üzerini okşayarak gezindi. O anda yine yüzündeki ifadeden ne düşündüğü anlaşılmıyordu. Fakat sonra...
Val güldü. Genişçe. Saf, sanki o anda önüne geçilemez bir mutluluk tüm yüzünü esir almıştı. Bakışları yukarı kalktı. Sanki olabilirmiş gibi çok daha derin, çok daha insanın içine işleyen bakışlarla Ros'un bakışlarını tutsak etti. "Bunlar annemin tarakları değil!" diye fısıldadı.
Ros başını salladı. "Biliyorum. Ben, sadece bir insanım."
"Biliyorum." Tekrar taraklarına dokundu. "En az onlar kadar değerli."
*****
"Şu kaleye bir baksana, nasıl da güzel!"
"Ah!" Ros kısa bir süre duraksadı. "Şu anda biraz meşgulüm. Parçalanmamaya başlıyorum."
Val sırıttı. "Sana güzel bir kale almaya çalışıyorum. Ve sen..." Burada durup iki kişiyle aynı anda bir mücadeleye girişti. "Hala şikayet ediyorsun!"
"Kendi kalemi istiyorum."
"İşte, küçük, şımarık bir prenscik!"
*****
Kaleye doğru ilerlerken Ros, "Ne?" diye sordu.
Val güldü. "Gittikçe duygusal bir adam olup çıkıyorsun!"
Zek başını iki yana salladı. "Val, sana bu adama o kadar zehir verme dedim! Bak, kibrinden eser kalmadı."
Khan da onlara katılmış kahkahalarla gülüyordu. "Sonunda yumuşacık bir adam olup çıkacak ve Val, onda sıkılacağı için bana kalacak!"
Ros aniden arkasını döndü. Khan'ın boğazına sarılıp, onu önce havaya kaldırıp ardından yere çarptı. Yerde nefesi kesilerek yatan adamın yanına diz çöküp, başını yana eğerek sordu. "Anlamadım?"
Khan, güçlükle sırıttı. "Muhteşem, Ros!"
"Başka?"
"Efsane savaşçı?"
Ros kaşlarını kaldırıp nelerin var, der gibi bekledi.
"Canın cehenne..." Ros dizini göğsüne dayadığında, "Büyük Trion Kralı, koca yürekli, harika, en güçlü savaşçı Ros Dillon!"
"Teşekkür ederim!" Ros doğruldu. Pelerinini düzeltti ve kaleye doğru hareket etmeye başladı.
Kav, alaylı bir sesle, "Artık kendisi böbürlenmiyor! Bunu zorla başkalarına yaptırıyor. Daha mantıklı!"
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder
Kitap ya da yazı hakkındaki görüşünüzü bizimle paylaşın